KIRMIZI KARANFİLİN HİKAYESİ
Hikaye bu ya;
Karanfilin, kırmızı karanfilin hikayesi,
Bakire kalmaya ant içen Artemis
Yakışıklı çoban Orion'a aşık olup
Yemininden vazgeçer
Ve onunla evlenmek ister.
İkiz kardeşi Apollo
Evlenmelerine karşı çıkar.
Çünkü kendinden çok sevmiştir kardeşi
Çoban Orion'u.
Vaz geçirmeye çalışır kardeşini
Orion'u çeşitli kereler tehdit eder.
Ne Artemis, ne Orion bu sevdadan vaz geçmez.
Orion bir gün denize açılmıştır.
Ufukta bir nokta gibidir.
Apollon Artemis'i kandırarak
Uzaktaki noktaya atış yapmasını ister.
İyi bir avcı olan Artemis de
Sevgilisi Orion'u başından vurur.
Kan kızıla boyanan denizi görünce
Gerçeği anlamış kahrolmuştur.
Çok üzgün olan Artemis babası Zeus'tan
Her daim yaşasın diye
Orion'u gökyüzüne ışıması için
Çıkarmasını ister.
Tanrılar tanrısı kızının dileğini ikilemez.
Orion takım yıldızı olarak
Gökyüzünde ışıya dururken
Artemis bir gün avlanmaya çıkar
Kötü bir gündür
Eli boş döner.
Ormanda flüt çalan genç bir çobana rastlar
Çobanın müziğiyle hayvanları kaçırdığını düşünür.
Çok kızar,
Orion gelir aklına ve çobanı kıskanır.
Çobanın gözleri Artemis'in güzelliği karşısında
Yıldız yıldız parlamaktadır.
Genç adamın gözlerini oyup yere atar…
Çoban başını göğe çevirir
Artemis'e " Gözlerimi aldın ama
Orion'u görüyorum " der.
Artemis göğe bakar,
Orion'u görür ve durulur.
Öfkesi dindiğinde
Çobanın masum olduğunu anlar,
Öfkesinin kurbanı olmuştur tanrıça.
Pişmandır.
Ama yapabileceği bir şey yoktur…
Çobanın gözlerinin düştüğü toprakta ise
İki çiçek açar
Kan kırmızısı
İki karanfil…
O gün bugündür
Kırmızı karanfil
Dökülen masum kanın simgesidir…
Aşkın simgesidir.Binlerce yıldır
Masumiyeti
Sevgiyi
Güzelliği
Özgürlüğü
Eşitliği
Haksızlığı
Pişmanlığı
Barındırır kırmızı karanfil.
Kırmızı karanfil erdemdir,
Parayla satın alınamaz…
Parayla ölçülemez.
Ve kırmızı karanfil
Zulme karşı direnmek,
Ölüme karşı yeniden doğmaktır.
Hiç bir vakit boyun eğmez
Her daim dimdik durur
Kırmızı karanfil.
26.03.2016
GÜNAY UZUNER
not: Artemis efsanelerinden derlenmiştir.
26 Mart 2016 Cumartesi
28 Ocak 2016 Perşembe
yitip giden kaygılar
Korkuları Devirmek
Eften püften
nedenlerin korkuları hummalı bir sancı
gibi sarmıştı tüm benliğimi. Gölgemden
bile korkar olmuştum önceleri.
Cesur
yanlarım hiç mi yoktu, çoktu hem de, "gözükara" tabiri görenlerce benle
örtüşürdü. Bir yangına gözü kapalı dalardım korkusuzca, ama gök gürültüsünü
duyar duymaz divanın altında alırdım soluğu. En çok köşe dönmekten
korkardım, köşeyi dönerken geniş çember
çizmek adetimdi, ya da gideceğim yolu uzatırdım. Fareden korkar, boş evde
tıkırtıdan korkar, arkamdan biri seslense korkar, korkar da korkardım.
Öğretmen olduğum
ilk görev yerime ilk gidişim. Bir haftalık evliyim. Köy minibüsü bizi meydanda
bıraktı, okulu tarif etti şoför. Okul
dağın tepesinde, köy aşağıda kalmıştı. İndiğimiz yerden yukarı
gitmiyordu arabalar. Yürümeye başladık eşimle, başladık ki tam, köye gelen
yabancıları hisseden köpekler
havlayarak saldırmaya başladılar
üzerimize.
Ömründe köyde yaşamamış bir genç kız, sivri topuk epa
çizmeler ayağında, yanında yeni evlendiği eşi, ben. Şehir merkezinde bir çok
yer teklif eden vali, milli eğitim müdürüne karşı hayır “köye gideceğim “ diye
tutturan ben. Ve her şeyden korkan ben.
Karşımızda aslanları andıran büyüklükte, iri
kıyım köpekler kükreyerek, havlayarak
bize doğru geliyor, ben korkudan tir tir titriyor, kaçmaya çalışıyorum
eşimin eline sıkı sıkı tutunarak. Kaçmaya çalışıyorum fakat ne sivri topuk epa
çizmelerim bayırda yürümeme fırsat veriyor, ne etrafta olup biteni seyredenler,
köpekleri zapt etmeye çalışanların bakışları korkumu ele vermeme fırsat veriyor.
Korkudan öleceğim, dönsem minibüs az ileride ve nereyi istesem oraya atamamı
yapacak devlet kadrosu hazır bekliyor. Çok korkuyorum çook fakat bir çok
idealle geldiğim bu köyde çalışamama korkusu daha ağır basıyor. İnatla
çıkıyorum bayır yukarı elim eşimin elinde köpekler havlamakta, sahipleri engel olmaya çalışıyorlar. Biz hengameyle
tepeye yaklaşınca gürültüye seyirten
çocukları görüyoruz tepenin başında.
Neden sonra
o gün söylenildiğini öğrendiğim bir çift söz, benim öğrencim olacak olan
“DELİ HAMİT”in sözü “Öğretmen, öğretmen,
o kari o adamın elini neden tutuyor?” sözü beni hala düşündürür.
Hamit deli
dolu bir çocuktu. Güç bela okumayı öğrendi. Öğrenince okuma yazmayı bir
akıllandı bir akıllandı sormayın. İşte o deli oğulun
sözüne hep yanıt aradım durdum. O ki okumayı öğrendikten sonra adeta
yaverim yoldaşım oldu benim. Türkçe bilmeyen insanlarla iletişimimdeki
korkularımı, öğrencilerimle dil diyaloglarımın kaygısını, çocuğumu büyütürken ki ortamdan sakıncalarımı
onunla yendim. Ve bir çok korkularımı
diğer öğrencilerimden aldığım güçle yendiğim gibi…
Korkularımı o
dönem hiç anlatamadım çocuklara, küçük çocukların hiçbir şeyden korkmadıklarını
gördükçe cesareti öğrendim onlardan. Onların korkularını gördükçe onlara
cesaret aşılamam gerektiğini hissettim onlarla yaşarken. Bir köyde yaşarken
yaptığım hatalardan ( onlara göre) ortamına göre yaşamayı, davranmayı öğrendim,
ama hep öncü, hep aydınlatıcı, hep bir tık önde olmayı yeğledim.
1999 Eylül’ünde
okulların açıldığı gün deprem olduğunda , tam da sabahçıların çıkış, öğlecilerin
giriş saatinde, üçbin öğrenciyi korkusuzca yönlendirdiğimi gördüm, bir başıma,
nice babayiğitlerin korkudan masa altına sindiği sıralarda. Tinercilerin
öğrencilerime bıçaklarla saldırdığında bıçağın üzerine yürüdüğümü gördüm
sonraları, bir babanın elinden alışımı gördüm döğerken oğlunu, bir arabanın
devrildiğinde içinden bir başıma yaralıyı çıkardığımı gördüm. Ve korkularımı
yendiğimi gördüm. Zaman zaman ani sıçrayışlarım olsa da.
Öğretmen cesur
olmalıydı onu öğrendim. Ne cehaletten korktum, ne hainlerden, ne zorbalardan
artık. Yetememekten korktum bir tek öğrencilerime , hep çalıştım, çok çalıştım…
Köy yerinde bir
kadın bir erkeğin elini tutmazdı onlara göre. Hamit de bunu fark etmişti ki
nedenini soruvermişti öğretmenine, ben o vakit nedenini anlatamadım onlara,
güçlenmeye baktım, güç kazandım, güç verdim hep.
Bir gün eski bir
öğrencimle karşılaştım, ziyaretime gelmişti, ordan buradan konuşurken Hamit’in
onsekizine varmadan inşaattan düşerek öldüğünü söyledi. O ,eve ekmek götürmek
için çocuk yaşında düşmüştü gurbet ellere ve çocuk bedenini bırakıvermişti bir
lokma uğruna yükseklerden yerlere.
İnsan kaybı, bir sela çok etkiler beni ama
en çok etkileyeni Hamit’in ölümünü duyuşum oldu. Oracıkta iki damla gözyaşımı
korkmadan akıtıverdim, eski öğrencimin karşısında. Hiç farkında olmadan bir
sözüyle öylesine etkilemişti ki beni, ben
çocukların karşısında hep dik durdum, dim dik, korkusuzca, onların benim
koruyuculuğuma ihtiyaçları vardı çünkü.
Hamit’in ölümünü
duyuşumun hemen ardından duyguları işliyorduk bir gün derste,”Siz de
korkar mısınız öğretmenim?”dedi en
cesuru. Korkularımı, Hamit’i anlattım, köpeklerle sonradan dost oluşumu,
korkularımı çocuklarla yenişimi anlattım; inanmadılar, şaka yaptığımı
söylediler. Gülüştük epeyce.
Şunu fark
ettim bu defa ben çocuklarımla duygularımı paylaşmaktan da korkmuyordum artık.
Gücümü mesleğimden, bilgimden, çocuklara olan sevgimden alıyordum. Ama köşeyi
dönerken ufacıcık bir kaygım da yok değil hani, laf aramızda ; Dünya halleri
buna dahil değil tabi … J
10.09. 2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)