26 Mart 2016 Cumartesi

KIRMIZI KARANFİLİN HİKAYESİ
Hikaye bu ya;
Karanfilin, kırmızı karanfilin hikayesi,
Bakire kalmaya ant içen Artemis
Yakışıklı çoban Orion'a aşık olup 

Yemininden vazgeçer
Ve onunla evlenmek ister.
İkiz kardeşi Apollo
Evlenmelerine karşı çıkar.
Çünkü kendinden çok sevmiştir kardeşi
Çoban Orion'u.
Vaz geçirmeye çalışır kardeşini 
Orion'u çeşitli kereler tehdit eder.
Ne Artemis, ne Orion bu sevdadan vaz geçmez.
Orion bir gün denize açılmıştır.
Ufukta bir nokta gibidir.
Apollon Artemis'i kandırarak
Uzaktaki noktaya atış yapmasını ister.
İyi bir avcı olan Artemis de
Sevgilisi Orion'u başından vurur.

Kan kızıla boyanan denizi görünce
Gerçeği anlamış kahrolmuştur.
Çok üzgün olan Artemis babası Zeus'tan
Her daim yaşasın diye
Orion'u gökyüzüne ışıması için
Çıkarmasını ister.

Tanrılar tanrısı kızının dileğini ikilemez.
Orion takım yıldızı olarak
Gökyüzünde ışıya dururken
Artemis bir gün avlanmaya çıkar
Kötü bir gündür
Eli boş döner.
Ormanda flüt çalan genç bir çobana rastlar
Çobanın müziğiyle hayvanları kaçırdığını düşünür.
Çok kızar,
Orion gelir aklına ve çobanı kıskanır.
Çobanın gözleri Artemis'in güzelliği karşısında
Yıldız yıldız parlamaktadır.
Genç adamın gözlerini oyup yere atar…
Çoban başını göğe çevirir
Artemis'e " Gözlerimi aldın ama
Orion'u görüyorum " der.
Artemis göğe bakar,
Orion'u görür ve durulur.
Öfkesi dindiğinde
Çobanın masum olduğunu anlar,
Öfkesinin kurbanı olmuştur tanrıça.
Pişmandır.
Ama yapabileceği bir şey yoktur…
Çobanın gözlerinin düştüğü toprakta ise
İki çiçek açar
Kan kırmızısı
İki karanfil…
O gün bugündür
Kırmızı karanfil
Dökülen masum kanın simgesidir…

Aşkın simgesidir.Binlerce yıldır
Masumiyeti
Sevgiyi
Güzelliği
Özgürlüğü
Eşitliği
Haksızlığı
Pişmanlığı
Barındırır kırmızı karanfil.
Kırmızı karanfil erdemdir,
Parayla satın alınamaz…
Parayla ölçülemez.

Ve kırmızı karanfil 
Zulme karşı direnmek,
Ölüme karşı yeniden doğmaktır.
Hiç bir vakit boyun eğmez
Her daim dimdik durur
Kırmızı karanfil.
                                          26.03.2016
                                        GÜNAY UZUNER

not: Artemis efsanelerinden derlenmiştir.

28 Ocak 2016 Perşembe

yitip giden kaygılar

                        Korkuları  Devirmek
          Eften püften nedenlerin korkuları  hummalı bir sancı gibi sarmıştı tüm benliğimi. Gölgemden  bile  korkar olmuştum önceleri.
         Cesur yanlarım hiç mi yoktu, çoktu hem de, "gözükara" tabiri görenlerce benle örtüşürdü. Bir yangına gözü kapalı dalardım korkusuzca, ama gök gürültüsünü duyar duymaz divanın altında alırdım soluğu. En çok köşe dönmekten korkardım,  köşeyi dönerken geniş çember çizmek adetimdi, ya da gideceğim yolu uzatırdım. Fareden korkar, boş evde tıkırtıdan korkar, arkamdan biri seslense korkar, korkar da korkardım.
      Öğretmen olduğum ilk görev yerime ilk gidişim. Bir haftalık evliyim. Köy minibüsü bizi meydanda bıraktı, okulu tarif etti şoför. Okul  dağın tepesinde, köy aşağıda kalmıştı. İndiğimiz yerden yukarı gitmiyordu arabalar. Yürümeye başladık eşimle, başladık ki tam, köye gelen yabancıları hisseden köpekler  havlayarak  saldırmaya başladılar üzerimize.
     Ömründe  köyde yaşamamış bir genç kız, sivri topuk epa çizmeler ayağında, yanında yeni evlendiği eşi, ben. Şehir merkezinde bir çok yer teklif eden vali, milli eğitim müdürüne karşı hayır “köye gideceğim “ diye tutturan ben. Ve her şeyden korkan ben.
        Karşımızda aslanları andıran büyüklükte, iri kıyım köpekler kükreyerek, havlayarak  bize doğru geliyor, ben korkudan tir tir titriyor, kaçmaya çalışıyorum eşimin eline sıkı sıkı tutunarak. Kaçmaya çalışıyorum fakat ne sivri topuk epa çizmelerim bayırda yürümeme fırsat veriyor, ne etrafta olup biteni seyredenler, köpekleri zapt etmeye çalışanların bakışları korkumu ele vermeme fırsat veriyor. Korkudan öleceğim, dönsem minibüs az ileride ve nereyi istesem oraya atamamı yapacak devlet kadrosu hazır bekliyor. Çok korkuyorum çook fakat bir çok idealle geldiğim bu köyde çalışamama korkusu daha ağır basıyor. İnatla çıkıyorum bayır yukarı elim eşimin elinde köpekler havlamakta, sahipleri  engel olmaya çalışıyorlar. Biz hengameyle tepeye yaklaşınca  gürültüye seyirten çocukları görüyoruz tepenin başında.
      Neden sonra  o gün söylenildiğini öğrendiğim bir çift söz, benim öğrencim olacak olan “DELİ HAMİT”in sözü  “Öğretmen, öğretmen, o kari o adamın elini neden tutuyor?” sözü  beni hala düşündürür.  
         Hamit deli dolu bir çocuktu. Güç bela okumayı öğrendi. Öğrenince okuma yazmayı bir akıllandı bir akıllandı  sormayın. İşte  o deli oğulun  sözüne hep yanıt aradım durdum. O ki okumayı öğrendikten sonra adeta yaverim yoldaşım oldu benim. Türkçe bilmeyen insanlarla iletişimimdeki korkularımı, öğrencilerimle dil diyaloglarımın kaygısını,  çocuğumu büyütürken ki ortamdan sakıncalarımı onunla yendim.  Ve bir çok korkularımı diğer öğrencilerimden aldığım güçle yendiğim gibi…
         Korkularımı o dönem hiç anlatamadım çocuklara, küçük çocukların hiçbir şeyden korkmadıklarını gördükçe cesareti öğrendim onlardan. Onların korkularını gördükçe onlara cesaret aşılamam gerektiğini hissettim onlarla yaşarken. Bir köyde yaşarken yaptığım hatalardan ( onlara göre) ortamına göre yaşamayı, davranmayı öğrendim, ama hep öncü, hep aydınlatıcı, hep bir tık önde olmayı yeğledim.
     1999 Eylül’ünde okulların açıldığı gün deprem olduğunda , tam da sabahçıların çıkış, öğlecilerin giriş saatinde, üçbin öğrenciyi korkusuzca yönlendirdiğimi gördüm, bir başıma, nice babayiğitlerin korkudan masa altına sindiği sıralarda. Tinercilerin öğrencilerime bıçaklarla saldırdığında bıçağın üzerine yürüdüğümü gördüm sonraları, bir babanın elinden alışımı gördüm döğerken oğlunu, bir arabanın devrildiğinde içinden bir başıma yaralıyı çıkardığımı gördüm. Ve korkularımı yendiğimi gördüm. Zaman zaman ani sıçrayışlarım olsa da.
    Öğretmen cesur olmalıydı onu öğrendim. Ne cehaletten korktum, ne hainlerden, ne zorbalardan artık. Yetememekten korktum bir tek öğrencilerime , hep çalıştım, çok çalıştım…
    Köy yerinde bir kadın bir erkeğin elini tutmazdı onlara göre. Hamit de bunu fark etmişti ki nedenini soruvermişti öğretmenine, ben o vakit nedenini anlatamadım onlara, güçlenmeye baktım, güç kazandım, güç verdim hep.
     Bir gün eski bir öğrencimle karşılaştım, ziyaretime gelmişti, ordan buradan konuşurken Hamit’in onsekizine varmadan inşaattan düşerek öldüğünü söyledi. O ,eve ekmek götürmek için çocuk yaşında düşmüştü gurbet ellere ve çocuk bedenini bırakıvermişti bir lokma uğruna yükseklerden yerlere.
      İnsan kaybı, bir sela çok etkiler beni ama en çok etkileyeni Hamit’in ölümünü duyuşum oldu. Oracıkta iki damla gözyaşımı korkmadan akıtıverdim, eski öğrencimin karşısında. Hiç farkında olmadan bir sözüyle öylesine etkilemişti ki beni, ben  çocukların karşısında hep dik durdum, dim dik, korkusuzca, onların benim koruyuculuğuma ihtiyaçları vardı çünkü.  
     Hamit’in ölümünü duyuşumun  hemen ardından  duyguları işliyorduk bir gün derste,”Siz de korkar mısınız  öğretmenim?”dedi en cesuru. Korkularımı, Hamit’i anlattım, köpeklerle sonradan dost oluşumu, korkularımı çocuklarla yenişimi anlattım; inanmadılar, şaka yaptığımı söylediler. Gülüştük epeyce.
         Şunu fark ettim bu defa ben çocuklarımla duygularımı paylaşmaktan da korkmuyordum artık. Gücümü mesleğimden, bilgimden, çocuklara olan sevgimden alıyordum. Ama köşeyi dönerken ufacıcık bir kaygım da yok değil hani, laf aramızda ; Dünya halleri buna dahil değil tabi … J
                                                                                                       10.09. 2015

                                                                                                  GÜNAY UZUNER