24 Eylül 2022 Cumartesi

 

                        VARLIĞINLA GÜZELLEŞEN DÜNYAMIZDAN GİDİŞİNE

                                                                                                               


                                                                                                     Sevgili CENGİZ'e

                  Yağmur gökten boşanırcasına yağıyor gök gürültülü hem de, kesilen elektrik de  cabası.  Senden sonraki ilk yağmur bu. Köyde yalnızım, içten içe nasıl korkuyorum, bilirsin.  Defalarca olduğu gibi sen geldın korkum geçti.  Bu defa sonsuzluğa  gittiğin mekanının toprakları kayıp akacak diye korkmaya başladım;; güldün yine.

               Henüz gitmedim mekanına, gidemedim, fotoğraflardan gördüm…  Işık öylesine güzel çevrelemiş ki taşlarla kabrini,  tutar o taşlar hem toprağını.

               Hani akşamdan bahçeyi sulamıştın da “yarın da biberlerini toplarım “ demiştin. Doktora diye gittin gelmedin. Ben oturduğum yerden öylece bakakaldım. Ama içimde hiç kötü bir his yoktu, birazdan gelecektin. Boynunu büktüğünde gülümsüyordun, inan şaka yapıyorsun gibi geldi. Şimdi çıkıp gelsen de “Şaka yaptım!” deyiversen…  Yokluğundaki bir ayda öyle çok biber, domates, salatalık, kabak oldu ki…toplamanı bekliyorlar.. karpuzlar ve mısırlar büyümekte.

          Tam bir ay oldu gidişin, hiç geçmek bilmeyen anlar, dakikalar, saatler, günler , hele de geceler ve haftalar ve çok çabuk geçen bir ay… İstanbul’a gidişi erteliyorum hep, birlikte gidecektik, beraber çıktığımız eve yalnız girmeye korkuyorum. Hep geleceksin diye geçiyor aklımdan, oturduğum yerden  kafamı kaldırıyorum  kırmızı penyenle, güleç yüzünle oynayarak içeri girerken görüyorum seni. Görüntün hiç kaybolmasın diye balkona dahi çıkmıyorum.  Son çektirdiğin fotolardan birine “Bir kaç güne kadar İstanbul’dayım” yazmıştın.  Sahi orda mısın?

          Çocuklar dün gitti. Minnaklar hep seni andı durdu,  sofrada yerin hep hazırdı, paylaşılan şeylerde payına düşeni ayırdık sana…  Biliyor musun dün Kola da Viski’yi yalnız bırakıp sonsuzluğa yürüdü. Çok üzüldük, çocukların haberi yok,  duyunca çok üzülecekler…

            İncir fiyatlarına dikkat çekmek için çekildiğin fotonu anında paylaşmıştın da ( ki o  son foton oldu ve yüzlerce kez paylaşıldı arkadaşlarınca )  sana; “ Ne çok resim çektirmeyi, paylaşmayı seviyorsun “ demiştim de “Ne var seviyorum “ demiştin, gülüşmüştük. Ardından sol yanıma oturup sol kolumu okşayarak “ Sana güzel bakıyorum de mi, teşekkür et hadi bana “ diye tutturmuş, birkaç kez tekrar etmiştin isteğini.  Ben de “Sen bana teşekkür et” dediğimde  “ Ben hep ediyorum” dedin. Ayağım kırıldığında bir ay boyunca hep yanımdaydın, her zamanki gibi zor anımda hep yanımda olman gibi. Öyle güzel baktın ki bana, ömrünce yapmadığın işleri yaptın, mücver yapmaya bile kalkıştın.. Sana gerçekten çok teşekkür ederim, bana güzel baktığın için.

            Bu arada söyleyeyim ayağımın alçısı açıldı, yavaş da olsa yürümeye başladım. Bahçeye çıkmıyorum, çıkamıyorum, ya tekrar düşersem diye. Ya ben tekrar düşersem, elimi tutacak mısın? İyi olunca hani gezdirecektin , istediğim her yere götürecektin beni?  Ne çok hesap soracak şey var sana…

        Baktım ki gelmiyorsun bu gün sana geldim… resimlerini çok gördüm ya yadırgamadım nedense  mekanını . Yağmur da bozmamış yatağını, resimlerdeki gibi… ama yanından ayrılmak öyle çok koydu ki… Sana geleli beri artık görmüyorum her bakışımda gördüğüm  o gülen yüzünü, “Gitmese miydim?”  diye geçti aklımdan. Otuz beşinci günündeyiz ayrılığının, ayağım gün gün iyiye gidiyor, buna çok sevineceksin biliyorum. Birlikte doktora son gidişimizde alçıyı açmayınca gözündeki hüznü gördüm, benden çok üzülmüştün,  ben de  çok üzülmüştüm ama sana eziyet edişime de içerliyordum, açılsaydı ayağımın alçısı sen de rahat edecektin.

            Kızımız ve oğlumuz da çok iyi baktı bana gözün arkada kalmasın, hele minnaklar… ilaçlarımı hatırlatıp, taburenin minderini kolluyorlardı, minder yere düşmeye görsün bir koşuşları vardı ; “ben ben  kaldıracağım” diye.

         Bak, buna çok sevineceksin bugün 31 Ağustos ve kitaplar dağıtıma hazır, Uyguner grupta paylaştı müjdeyi. Senden sonra öyle çok çabaladı ki yayınlanması için ,sonunda oldu; sevincini görebiliyorum, o ağız dolusu gülüşünü de.. olsaydın burda  kutlama planları, örgütlemeleri  yapar dururdun. Hem biliyor musun arkadaşların Datça buluşmasını “seni anma “buluşmasına çevirdiler, bir aksilik olmazsa gideriz diye düşünüyorum çünkü sen orada olacaksın.

          Dostların sık sık arıyor, hatır soruyorlar, köye kadar geliyorlar, sağ olsunlar. Onlarla konuşmak çok iyi geliyor, senden bir ses, bir seda oluyor sesleri, kendileri.

           İncirler oldu haberin olsun, abin her gün oldukça  iki üç koparıp getiriyor, ilk getirdiğinde dokunmadım, yiyemedim sen yersin diye, oysa sen bir tane yer bana bırakırdın. Geçenlerde adaşın bahçesindeki incirleri toplayıp senin adına komşularına dağıtmış. Bir arkadaşın paylaşımında “İncirler olana kadar kalsaydın bari “ diye yazmış. Ardındaki sevgi selini, hüznü görseydin sen de seninle gurur duyardın bizim gibi. Ah ne çok dostun, arkadaşın, kardeşin varmış meğer ne çok, her biri ayrı değer.

            Sonbahar geliyor, hüznün mevsimi, ben yazdan bu yana çok hüzünlüyüm,  okullar yaklaşıyor uzunca zamandır düşünüyorum okula devam edip etmemeyi.. Her gün ayrılık kararı alıyorum çocuklar çakılıyor gözüme gözüme  vaz geçiyorum. Bu gün okulu aradım ayrılık için, okul müdürü destek olacağını söyledi ayağım için, raporum bitmek üzere, bir hafta daha izin verdi, okulun açıldığı gün gideceğim okula. Ben sağlığımdan ziyade bir hafta daha senin yakınında olacağıma seviniyorum. Sana yakın olmanın yanı sıra eve gitmekten korkuyorum. Aklım hep bana oyun oynuyor, evde olduğunu düşünüyorum, eve vardığımda seni evde bulamamak ürkütüyor, senle gelmiştim buraya, sensiz dönmek çok acı geliyor, o acıdan kaçıyorum, gerçeklerden saklanmak hoşuma gidiyor. Çaresizlikle savaşıp duruyorum, benden çok beni düşünerek yol çizenleri kırmamaya çalışarak kulak tıkıyorum, bir anlamda yalnız kalmak karar vermeme kolaylık sağlıyor.

           Bir sonbahar akşamı saat 22.00 ,11 Eylül ve ben evdeyim, sensiz geldim, ayaklarım korka korka çıktı yukarı, kapıdan girdim odadan tarafa bakmadım , bakamadım; bir müddet mutfakta, banyoda oyalandım, çantaları açtım, döktüm ortalığa… isteksiz odaya döndüm yoktun , yerin boştu.. Neler vermezdim ki orada olman için, artık iyice kabullenmiş gibiyim  bu dünyadan göçtüğünü. Köyden ayrılmadan sana uğradık Haziran’la bugün. Yaşantımın en zor , en çaresiz, en yalnız anıydı bu, benim ağlamama kıyamazdın; üzülme diye sen hep içime içime akıttım göz yaşlarımı. Orda olmak hiç yakışmadı sana. Daha ne çok yapacakların vardı ve ben çaresizce seni bırakarak  istemeden de olsa mecburen döndüm İstanbul’a. Yarın okula gideceğim, kendimi hiç hazır hissetmiyorum. Başka zaman olsaydı stajyer öğretmen gibi heyecanla beklerdim çocuklarıma kavuşma anını.. zaten ben okulda doğup , büyüdüğümden başka türlü yaşamak bilmiyorum ki. Beni tek kıskandığın husus  okula düşkünlüğümdü. Şimdi bilsen ki sana düşkünlüğümün okuldan daha fazla oluşunu..

                “Belki il dışına çıktın” oyununa kaptırayım mı kendimi, yok yok bu çaresiz bekleyişler çok yoruyor beni, içimi acıtıyor. Sen doğduğun topraklardasın. O topraklar ki sana cömert davranmış,herkesten farklı koca bir değeri, barışı, özgürlüğü, yaşamı, doğayı, paylaşmayı, dayanışmayı, insanı seven seni yetiştirmiş, bizimle birlikte güzel ve onurlu bir yaşam bahşetmiş. Köyü hep severdim de şimdi daha bir sever oldum, her an orada olma isteğim depreşiyor. Yakın zamanda uğrayacağım yanına, hem de kırmızı çiçek tohumlarıyla, kapı dibine ektiğin kırmızı gülü de ayak ucuna ekeceğim ekim zamanında, hep kızıl güller versin kokusu etrafa yayılsın, sen sen koksun, rüzgarlara karışıp dünyayı barış sarmalasın diye.

                Bugün 21 Eylül kitapların geldi, öyle çok heyecanlandım ki, kapağını açar açmaz senin gülen yüzünle karşılaştım, içim huzurla doldu, onur duydum, kıskandım, senin adına çok sevindim, uğraşlarınıza değmiş, ne iyi etmişsiniz de hazırlamışsınız Uyguner’le birlik bir devrin,  yüzlerce insanın , acı- tatlı, mücadeleyle geçen o yılmaz, korkusuz, dirençli ve onurlu  yaşamını sığdırmışsınız iki kitabın içine. Ne mutlu size ki yüzlerce yoldaşınızın kitaplığında adınız yaşayacak, yoldaşlarınızın adlarıyla birlikte. Kitapları başucuna, sehpanın üzerine koydum. Sen olsaydın zaten uzunca zaman orada duracaklardı, yeniden yeniden okuman ve arkadaşlarınla telefonda saatlerce kritik yapman için. Ve ben kitabın hazırlanış sürecini,  arkadaşlarına tanıtım sürecini, yayınlanması gecikince üzülme- öfke sürecini, sevincini, kızgınlıklarını saatlerce ve aynı konuyu defalarca  telefon görüşmelerini dinlediğim gibi dinleyecektim seni. Kitaplar  evimizde başucunda Cengiz. Ben grubunuzu zaman zaman takipteyim, arkadaşlarının  selamlaşmasına, kitabınızı beğenilerine, görüşlerine şahit oluyorum, ben gruptaki yazılara göz gezdirirken sen yazıyor gözüküyorsundur, ne kadar doğru bilmiyorum ama bir müddet daha senin adına orada olacağım, şimdilik göz misafiri, kulak misafiriyim, dostların seni andıkça seninle gibiyim. Dostların beni anlar umarım.

            Geldim geleli senleyim yine.. her bir eşyan bin bir anıyla dolu. Kırk üç yıl ne çok anı;  yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar, yarım kalanlar, başlanmamış olanlar… Mektuplarını okudum askerlikteki ve mektuplarımı sabaha kadar bir gece, tarihlerini sıraladım, sanki dün gitmişsin de askere ordan yazmışsın gibi taze ve sıcacıktılar. Üç aylık askerliğinde bir yılbaşı gecesi tatile gelip sürpriz yapmıştın bize Gisto ‘da beş saatlik karlı yolu yürüyerek, ne çok sevindirmiştin bizi. Özlemin, özlemimiz öyle çoktu ki o vakit, o zorlu engelleri  aşmana güç vermişti. Şimdi de çok özledik seni hadi gelsene.. Azıcık bir gelsen, kanayan yüreğime dokunuversen azıcık; ağlayan gözlerimi görmeyesin diye silsem dirseğimle, kızsan bana “Ağlama!” diye, ne olur azıcık gelsen… Mektupları okurken evlenip de sekiz yıllığına balayına gittiğimiz Gisto, Ergani, Diyarbakır geldi geçti aklımdan, o deli gençliğimiz, benim inadıma takılıp, o güzelim dağlarda güzel bir yaşam sürdüğümüz.…  Sonra Memleketimden İnsan Manzaralarından şiirler okuyup, kasetlere kaydedişimiz, En çok da “Tanya” yı kaydedip dinleyişimiz, jandarma köyü basınca kasetleri yok etme mücadelemiz .. Tanya gibi İran’da genç bir kızı (Mahsa Amini) öldürdüler saçı gözüküyor diye, Tanya’ya için yandığı gibi ona da için yanardı, yandı içimiz Dünyaca bir kez daha zalimlerin öldürdüğü nice canlara yandığı gibi…  Ardahan’a gittiğimde çektiğin İlk telgrafını da  okudum, “Çabuk gel, gelmezsen geliyorum” diyen telgrafını, sahi gittiğin yere telgraf çekiliyor mu, telgraf göndersem çabucak gelir misin?

                      Sonra düşündüm de telefonlar güzel icat ama ‘keşke olmasaydı’ dedim kendimce, konuşmaların yerini mektuplar alırdı okurdum  şimdi onları da… Anılar yitip gitmiyormuş, hatırlanmak üzere bir yerlerde asılı duruyormuş meğer. Günlüğümüzün bir kısmını sakıncalı bulup yok etmiştik, duran kısmını da okudum mektuplardan sonra. Keşke kızıp sana bırakmasaymışım yazmayı, eee senin günlüğündü bana bıraktın yazmayı, çok şeyi bıraktığın gibi.. şimdi onları yalnız okumayı, acını yaşamayı bıraktığın gibi…Gücüm yetecek mi bilmiyorum, bir çok şeye yetmişti oysa, son emanetin çok ağır, yüreğime saplanan, boğazıma oturan yük çok ağır.

                24 Eylül … iki kocaman ay sensiz ve senle dolu.  Yoldaşların Emek ve Özgürlük için yola çıktı. Sen  de ordaydın her bir yürekte, pek çoğu anmıştır seni. Hep burdaymışın hissindeyim ben de. Şimdi yoksun , eylem bitti birazdan gelirsin eve… Sabah birlikte haber izliyoruz. Tam bir yorum yapacak oluyorum, senden taraf dönerken başım geri çeviriyorum. Gece  ordasın gibiyken bakıyorum yerinde yoksun, “a gelmemiş daha” diye geçerken aklımdan, gene o aklım amansız gidişini hatırlatıyor bana.

                Dün gece ilk kez bir arı ile mücadele ettim rüyamda çocukların etrafında dolanıyordu, en kocamanındandı, işin garibi bir polis gelip eline aldı dışarı attı, kurtuldu panikten herkes; kimseye bir şey olmasın istemem ama kızdım arıya ona neden dokunmadı diye rüya bu ya.. Sen ne karınca, ne sinek , ne arı öldürdün, sivri sinekler gelmesin diye ayaklarına , kollarına yudumladığın rakıdan dökerdin. Ah arı ah.. Ne istedin ki bizden. Vurdun sevdiceğimizi boynundan, bükük bıraktın boynumuzu, vurdun can evimizden bizi. İki ay oldu sen gideli, hem öyle uzun hem çok çabuk geçen bir süreç. Bu süreçte ihtisas yaptım arılar üzerine. Seni yeniden yeniden tanıdım, arkadaşlarının seni anlatımlarıyla sentezledim bendeki, bizdeki seni. Sen çok güzel, çok iyi bir insandın, çok iyi arkadaştın. Ve o güzellikten yoksunuz şimdi.

           Biliyor musun, arılar hiçbir pisliğe, mikroba, bakterili olan yere konmazmış, o insanlara sunduğu bal için hep güzel çiçeklere konarmış. Senin dünyadaki değerini, güzelliğini ve eşsizliğini o da anlamış; anlaması çok güzel ama bıraksaydı da o güzelliğini biraz daha saçsaydın dünyaya, dünyana ve dünyamıza. ..  En sevdiğin türküdeki gibi Ordu’nun dereleri yukarı yukarı aksa da gittiğin yerden azıcık dönsen….  

            Sevgili Cengiz  yokluğunla yalnızlaşsak da, her an sensizliği yaşarken  varolduğumuz süre içinde hep bizimle varolduğunun  güçlü kalabalıklığıyla zor anımızda bizi omuzladığının, elimizden tuttuğunun, bize güç verdiğinin hissiyle yaşama tutunacak, onurlu yaşamının gururunu da yanımıza alarak birlikte savaştığımız değerler için mücadele etmeye devam edeceğiz. Attığımız adımlarda yine yoldaşımız ol e mi ….

                               Sevgilerimle …                                                                                                                        

                                                                                                              24.09.2022

                                                                                                                   GÜNAY