VARLIĞINLA GÜZELLEŞEN DÜNYAMIZDAN GİDİŞİNE
Sevgili CENGİZ'e
Yağmur gökten boşanırcasına yağıyor gök
gürültülü hem de, kesilen elektrik de
cabası. Senden sonraki ilk yağmur
bu. Köyde yalnızım, içten içe nasıl korkuyorum, bilirsin. Defalarca olduğu gibi sen geldın korkum
geçti. Bu defa sonsuzluğa gittiğin mekanının toprakları kayıp akacak
diye korkmaya başladım;; güldün yine.
Henüz gitmedim
mekanına, gidemedim, fotoğraflardan gördüm… Işık öylesine güzel çevrelemiş ki taşlarla
kabrini, tutar o taşlar hem toprağını.
Hani
akşamdan bahçeyi sulamıştın da “yarın da biberlerini toplarım “ demiştin.
Doktora diye gittin gelmedin. Ben oturduğum yerden öylece bakakaldım. Ama
içimde hiç kötü bir his yoktu, birazdan gelecektin. Boynunu büktüğünde
gülümsüyordun, inan şaka yapıyorsun gibi geldi. Şimdi çıkıp gelsen de “Şaka
yaptım!” deyiversen… Yokluğundaki bir
ayda öyle çok biber, domates, salatalık, kabak oldu ki…toplamanı bekliyorlar..
karpuzlar ve mısırlar büyümekte.
Tam bir ay
oldu gidişin, hiç geçmek bilmeyen anlar, dakikalar, saatler, günler , hele de
geceler ve haftalar ve çok çabuk geçen bir ay… İstanbul’a gidişi erteliyorum
hep, birlikte gidecektik, beraber çıktığımız eve yalnız girmeye korkuyorum. Hep
geleceksin diye geçiyor aklımdan, oturduğum yerden kafamı kaldırıyorum kırmızı penyenle, güleç yüzünle oynayarak
içeri girerken görüyorum seni. Görüntün hiç kaybolmasın diye balkona dahi
çıkmıyorum. Son çektirdiğin fotolardan
birine “Bir kaç güne kadar İstanbul’dayım” yazmıştın. Sahi orda mısın?
Çocuklar dün
gitti. Minnaklar hep seni andı durdu,
sofrada yerin hep hazırdı, paylaşılan şeylerde payına düşeni ayırdık
sana… Biliyor musun dün Kola da Viski’yi
yalnız bırakıp sonsuzluğa yürüdü. Çok üzüldük, çocukların haberi yok, duyunca çok üzülecekler…
İncir
fiyatlarına dikkat çekmek için çekildiğin fotonu anında paylaşmıştın da ( ki o son foton oldu ve yüzlerce kez paylaşıldı
arkadaşlarınca ) sana; “ Ne çok resim
çektirmeyi, paylaşmayı seviyorsun “ demiştim de “Ne var seviyorum “ demiştin,
gülüşmüştük. Ardından sol yanıma oturup sol kolumu okşayarak “ Sana güzel
bakıyorum de mi, teşekkür et hadi bana “ diye tutturmuş, birkaç kez tekrar
etmiştin isteğini. Ben de “Sen bana
teşekkür et” dediğimde “ Ben hep
ediyorum” dedin. Ayağım kırıldığında bir ay boyunca hep yanımdaydın, her
zamanki gibi zor anımda hep yanımda olman gibi. Öyle güzel baktın ki bana,
ömrünce yapmadığın işleri yaptın, mücver yapmaya bile kalkıştın.. Sana
gerçekten çok teşekkür ederim, bana güzel baktığın için.
Bu arada
söyleyeyim ayağımın alçısı açıldı, yavaş da olsa yürümeye başladım. Bahçeye
çıkmıyorum, çıkamıyorum, ya tekrar düşersem diye. Ya ben tekrar düşersem, elimi
tutacak mısın? İyi olunca hani gezdirecektin , istediğim her yere götürecektin
beni? Ne çok hesap soracak şey var sana…
Baktım ki
gelmiyorsun bu gün sana geldim… resimlerini çok gördüm ya yadırgamadım nedense mekanını . Yağmur da bozmamış yatağını,
resimlerdeki gibi… ama yanından ayrılmak öyle çok koydu ki… Sana geleli beri
artık görmüyorum her bakışımda gördüğüm o gülen yüzünü, “Gitmese miydim?” diye geçti aklımdan. Otuz beşinci günündeyiz
ayrılığının, ayağım gün gün iyiye gidiyor, buna çok sevineceksin biliyorum.
Birlikte doktora son gidişimizde alçıyı açmayınca gözündeki hüznü gördüm, benden
çok üzülmüştün, ben de çok üzülmüştüm ama sana eziyet edişime de
içerliyordum, açılsaydı ayağımın alçısı sen de rahat edecektin.
Kızımız ve
oğlumuz da çok iyi baktı bana gözün arkada kalmasın, hele minnaklar… ilaçlarımı
hatırlatıp, taburenin minderini kolluyorlardı, minder yere düşmeye görsün bir
koşuşları vardı ; “ben ben kaldıracağım”
diye.
Bak, buna çok
sevineceksin bugün 31 Ağustos ve kitaplar dağıtıma hazır, Uyguner grupta
paylaştı müjdeyi. Senden sonra öyle çok çabaladı ki yayınlanması için ,sonunda
oldu; sevincini görebiliyorum, o ağız dolusu gülüşünü de.. olsaydın burda kutlama planları, örgütlemeleri yapar dururdun. Hem biliyor musun arkadaşların
Datça buluşmasını “seni anma “buluşmasına çevirdiler, bir aksilik olmazsa
gideriz diye düşünüyorum çünkü sen orada olacaksın.
Dostların
sık sık arıyor, hatır soruyorlar, köye kadar geliyorlar, sağ olsunlar. Onlarla
konuşmak çok iyi geliyor, senden bir ses, bir seda oluyor sesleri, kendileri.
İncirler oldu haberin olsun, abin her gün
oldukça iki üç koparıp getiriyor, ilk
getirdiğinde dokunmadım, yiyemedim sen yersin diye, oysa sen bir tane yer bana
bırakırdın. Geçenlerde adaşın bahçesindeki incirleri toplayıp senin adına
komşularına dağıtmış. Bir arkadaşın paylaşımında “İncirler olana kadar
kalsaydın bari “ diye yazmış. Ardındaki sevgi selini, hüznü görseydin sen de
seninle gurur duyardın bizim gibi. Ah ne çok dostun, arkadaşın, kardeşin varmış
meğer ne çok, her biri ayrı değer.
Sonbahar geliyor, hüznün mevsimi, ben
yazdan bu yana çok hüzünlüyüm, okullar
yaklaşıyor uzunca zamandır düşünüyorum okula devam edip etmemeyi.. Her gün
ayrılık kararı alıyorum çocuklar çakılıyor gözüme gözüme vaz geçiyorum. Bu gün okulu aradım ayrılık
için, okul müdürü destek olacağını söyledi ayağım için, raporum bitmek üzere,
bir hafta daha izin verdi, okulun açıldığı gün gideceğim okula. Ben sağlığımdan
ziyade bir hafta daha senin yakınında olacağıma seviniyorum. Sana yakın olmanın
yanı sıra eve gitmekten korkuyorum. Aklım hep bana oyun oynuyor, evde olduğunu
düşünüyorum, eve vardığımda seni evde bulamamak ürkütüyor, senle gelmiştim
buraya, sensiz dönmek çok acı geliyor, o acıdan kaçıyorum, gerçeklerden
saklanmak hoşuma gidiyor. Çaresizlikle savaşıp duruyorum, benden çok beni
düşünerek yol çizenleri kırmamaya çalışarak kulak tıkıyorum, bir anlamda yalnız
kalmak karar vermeme kolaylık sağlıyor.
Bir sonbahar akşamı saat 22.00 ,11 Eylül ve
ben evdeyim, sensiz geldim, ayaklarım korka korka çıktı yukarı, kapıdan girdim
odadan tarafa bakmadım , bakamadım; bir müddet mutfakta, banyoda oyalandım,
çantaları açtım, döktüm ortalığa… isteksiz odaya döndüm yoktun , yerin boştu..
Neler vermezdim ki orada olman için, artık iyice kabullenmiş gibiyim bu dünyadan göçtüğünü. Köyden ayrılmadan sana
uğradık Haziran’la bugün. Yaşantımın en zor , en çaresiz, en yalnız anıydı bu,
benim ağlamama kıyamazdın; üzülme diye sen hep içime içime akıttım göz
yaşlarımı. Orda olmak hiç yakışmadı sana. Daha ne çok yapacakların vardı ve ben
çaresizce seni bırakarak istemeden de
olsa mecburen döndüm İstanbul’a. Yarın okula gideceğim, kendimi hiç hazır
hissetmiyorum. Başka zaman olsaydı stajyer öğretmen gibi heyecanla beklerdim
çocuklarıma kavuşma anını.. zaten ben okulda doğup , büyüdüğümden başka türlü
yaşamak bilmiyorum ki. Beni tek kıskandığın husus okula düşkünlüğümdü. Şimdi bilsen ki sana
düşkünlüğümün okuldan daha fazla oluşunu..
“Belki
il dışına çıktın” oyununa kaptırayım mı kendimi, yok yok bu çaresiz bekleyişler
çok yoruyor beni, içimi acıtıyor. Sen doğduğun topraklardasın. O topraklar ki sana
cömert davranmış,herkesten farklı koca bir değeri, barışı, özgürlüğü, yaşamı,
doğayı, paylaşmayı, dayanışmayı, insanı seven seni yetiştirmiş, bizimle birlikte
güzel ve onurlu bir yaşam bahşetmiş. Köyü hep severdim de şimdi daha bir sever
oldum, her an orada olma isteğim depreşiyor. Yakın zamanda uğrayacağım yanına,
hem de kırmızı çiçek tohumlarıyla, kapı dibine ektiğin kırmızı gülü de ayak
ucuna ekeceğim ekim zamanında, hep kızıl güller versin kokusu etrafa yayılsın, sen
sen koksun, rüzgarlara karışıp dünyayı barış sarmalasın diye.
Bugün 21
Eylül kitapların geldi, öyle çok heyecanlandım ki, kapağını açar açmaz senin
gülen yüzünle karşılaştım, içim huzurla doldu, onur duydum, kıskandım, senin
adına çok sevindim, uğraşlarınıza değmiş, ne iyi etmişsiniz de hazırlamışsınız
Uyguner’le birlik bir devrin, yüzlerce
insanın , acı- tatlı, mücadeleyle geçen o yılmaz, korkusuz, dirençli ve onurlu yaşamını sığdırmışsınız iki kitabın içine. Ne
mutlu size ki yüzlerce yoldaşınızın kitaplığında adınız yaşayacak, yoldaşlarınızın
adlarıyla birlikte. Kitapları başucuna, sehpanın üzerine koydum. Sen olsaydın
zaten uzunca zaman orada duracaklardı, yeniden yeniden okuman ve arkadaşlarınla
telefonda saatlerce kritik yapman için. Ve ben kitabın hazırlanış
sürecini, arkadaşlarına tanıtım
sürecini, yayınlanması gecikince üzülme- öfke sürecini, sevincini,
kızgınlıklarını saatlerce ve aynı konuyu defalarca telefon görüşmelerini dinlediğim gibi
dinleyecektim seni. Kitaplar evimizde başucunda
Cengiz. Ben grubunuzu zaman zaman takipteyim, arkadaşlarının selamlaşmasına, kitabınızı beğenilerine, görüşlerine
şahit oluyorum, ben gruptaki yazılara göz gezdirirken sen yazıyor
gözüküyorsundur, ne kadar doğru bilmiyorum ama bir müddet daha senin adına
orada olacağım, şimdilik göz misafiri, kulak misafiriyim, dostların seni
andıkça seninle gibiyim. Dostların beni anlar umarım.
Geldim
geleli senleyim yine.. her bir eşyan bin bir anıyla dolu. Kırk üç yıl ne çok
anı; yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar,
yarım kalanlar, başlanmamış olanlar… Mektuplarını okudum askerlikteki ve
mektuplarımı sabaha kadar bir gece, tarihlerini sıraladım, sanki dün gitmişsin
de askere ordan yazmışsın gibi taze ve sıcacıktılar. Üç aylık askerliğinde bir
yılbaşı gecesi tatile gelip sürpriz yapmıştın bize Gisto ‘da beş saatlik karlı
yolu yürüyerek, ne çok sevindirmiştin bizi. Özlemin, özlemimiz öyle çoktu ki o
vakit, o zorlu engelleri aşmana güç
vermişti. Şimdi de çok özledik seni hadi gelsene.. Azıcık bir gelsen, kanayan
yüreğime dokunuversen azıcık; ağlayan gözlerimi görmeyesin diye silsem
dirseğimle, kızsan bana “Ağlama!” diye, ne olur azıcık gelsen… Mektupları
okurken evlenip de sekiz yıllığına balayına gittiğimiz Gisto, Ergani,
Diyarbakır geldi geçti aklımdan, o deli gençliğimiz, benim inadıma takılıp, o güzelim
dağlarda güzel bir yaşam sürdüğümüz.… Sonra Memleketimden İnsan Manzaralarından
şiirler okuyup, kasetlere kaydedişimiz, En çok da “Tanya” yı kaydedip dinleyişimiz,
jandarma köyü basınca kasetleri yok etme mücadelemiz .. Tanya gibi İran’da genç
bir kızı (Mahsa Amini) öldürdüler saçı gözüküyor diye, Tanya’ya için yandığı
gibi ona da için yanardı, yandı içimiz Dünyaca bir kez daha zalimlerin öldürdüğü
nice canlara yandığı gibi… Ardahan’a
gittiğimde çektiğin İlk telgrafını da okudum, “Çabuk gel, gelmezsen geliyorum” diyen
telgrafını, sahi gittiğin yere telgraf çekiliyor mu, telgraf göndersem çabucak
gelir misin?
Sonra
düşündüm de telefonlar güzel icat ama ‘keşke olmasaydı’ dedim kendimce,
konuşmaların yerini mektuplar alırdı okurdum şimdi onları da… Anılar yitip gitmiyormuş,
hatırlanmak üzere bir yerlerde asılı duruyormuş meğer. Günlüğümüzün bir kısmını
sakıncalı bulup yok etmiştik, duran kısmını da okudum mektuplardan sonra. Keşke
kızıp sana bırakmasaymışım yazmayı, eee senin günlüğündü bana bıraktın yazmayı,
çok şeyi bıraktığın gibi.. şimdi onları yalnız okumayı, acını yaşamayı
bıraktığın gibi…Gücüm yetecek mi bilmiyorum, bir çok şeye yetmişti oysa, son emanetin
çok ağır, yüreğime saplanan, boğazıma oturan yük çok ağır.
24
Eylül … iki kocaman ay sensiz ve senle dolu. Yoldaşların Emek ve Özgürlük için yola çıktı.
Sen de ordaydın her bir yürekte, pek
çoğu anmıştır seni. Hep burdaymışın hissindeyim ben de. Şimdi yoksun , eylem
bitti birazdan gelirsin eve… Sabah birlikte haber izliyoruz. Tam bir yorum yapacak
oluyorum, senden taraf dönerken başım geri çeviriyorum. Gece ordasın gibiyken bakıyorum yerinde yoksun, “a
gelmemiş daha” diye geçerken aklımdan, gene o aklım amansız gidişini
hatırlatıyor bana.
Dün
gece ilk kez bir arı ile mücadele ettim rüyamda çocukların etrafında
dolanıyordu, en kocamanındandı, işin garibi bir polis gelip eline aldı dışarı
attı, kurtuldu panikten herkes; kimseye bir şey olmasın istemem ama kızdım
arıya ona neden dokunmadı diye rüya bu ya.. Sen ne karınca, ne sinek , ne arı
öldürdün, sivri sinekler gelmesin diye ayaklarına , kollarına yudumladığın
rakıdan dökerdin. Ah arı ah.. Ne istedin ki bizden. Vurdun sevdiceğimizi
boynundan, bükük bıraktın boynumuzu, vurdun can evimizden bizi. İki ay oldu sen
gideli, hem öyle uzun hem çok çabuk geçen bir süreç. Bu süreçte ihtisas yaptım
arılar üzerine. Seni yeniden yeniden tanıdım, arkadaşlarının seni
anlatımlarıyla sentezledim bendeki, bizdeki seni. Sen çok güzel, çok iyi bir
insandın, çok iyi arkadaştın. Ve o güzellikten yoksunuz şimdi.
Biliyor
musun, arılar hiçbir pisliğe, mikroba, bakterili olan yere konmazmış, o insanlara
sunduğu bal için hep güzel çiçeklere konarmış. Senin dünyadaki değerini,
güzelliğini ve eşsizliğini o da anlamış; anlaması çok güzel ama bıraksaydı da o
güzelliğini biraz daha saçsaydın dünyaya, dünyana ve dünyamıza. .. En sevdiğin türküdeki gibi Ordu’nun dereleri
yukarı yukarı aksa da gittiğin yerden azıcık dönsen….
Sevgili
Cengiz yokluğunla yalnızlaşsak da, her
an sensizliği yaşarken varolduğumuz süre
içinde hep bizimle varolduğunun güçlü kalabalıklığıyla
zor anımızda bizi omuzladığının, elimizden tuttuğunun, bize güç verdiğinin hissiyle
yaşama tutunacak, onurlu yaşamının gururunu da yanımıza alarak birlikte
savaştığımız değerler için mücadele etmeye devam edeceğiz. Attığımız adımlarda yine
yoldaşımız ol e mi ….
Sevgilerimle …
24.09.2022
GÜNAY