Tartışması uzun sayılabilecek bir zamandır süregelen bir türlü rayına oturmayan bir sistemin sık sık değiştirilir olması endişe verici. Tartışma, tartışma süresince uzun boyutlu, lakin eğitimin insan yaşamı üzerindeki kalıcı etkisi düşünüldüğünde bu sürenin pek de önemi olmadığı bir gerçek.
Eğitim programlarının şuralarda görüşülerek uzun yıllar hayata geçirilirliği ve uygulanması planlanmalıdır.
Bir kuşağın yaşam süresince yap boz tahtasına dönüştürülen son dönemlerdeki eğitim programlarının insanlık üzerindeki kalıcı olacağı düşünülen tesiri olumluluktan çok hasarlar bırakacak, birkaç nesle yansıyacaktır.
Tartışmaların seyrinde son birkaç gündür sınav sayısının söylencesi dışında üniversite eğitiminden bahsedilmemektedir. Eğitimde 4+4+4 programı tartışılırken dördüncü dördün üniversite eğitiminin bahsi geçmemektedir bile.
Öyle ya beş yaşında başlayıp dokuzunda bitecek ilkokul, ardından mükemmeliyet içinde yönlendirilmiş olan ikinci dördül mesleki okul ve ardından üçüncü dörtlüğü tamamlayan meslek yüksek okulu(?) Yaş onyedi, çıraklığın tam vakti… Dördüncü dörde ne gerek? Üniversiteyi okuyan belli, okuyacak olan belli…
Ülkemizde iki milyona yakın öğrencinin kapılarına dayandığı üniversite kalesinin açık öğretim dahil kaç kişi tarafından zapt edileceği zaten belli bir şey… Milyonların elinden hayallerini de alın gitsin; 4+4+4 de neyimize yetmiyor, üniversite de ne ola ki? Yorulan ilk dörtten koparıversin bağını olsun bitsin.. Dokuz yaşındaki bir çocuğa hayatının bütün kararlarını aldırmak erdemliliğin son mertebesi..
Tartışmalar öyle bir boyuta sokuldu ki, sanki ‘Din Eğitimi’ okullarda hiç verilmiyordu da müfredata yeni konulacak, o da seçmeli olarak(!) Ülkemiz okullarındaki seçmeli derslerin nasıl seçildiğini eğitimciler ve o seçmeli dersleri seçemeden okuyan öğrenciler gayet iyi bilirler. Okul yönetimi bünyesindeki kadronun müsaitliğini ve fiziki koşulları değerlendirir, MEB’in sunduğu hazır paketlerden birine yakıştırarak adı zaten konmuş olan seçilmeyen seçmelisini haftalık otuz ders saatinin içine uygun sayıda dayayıverir. Seçecek olanların eline dönem başında taze pişmiş olanından bir program tutuşturulur. Bunun adı ne olursa olsun seçmeli derstir işte, dayatıldığından olsa gerek notla da değerlendirilmez. Yeni konacak olan seçmeli dersler de zorunlu dayatılır ve hazır bekleyen kadrolarca icra edilir, sen de seçemeden seçilmiş olanı seçmeli ad altında ders olarak okursun, okutursun…
Eğitim şurası oluşturulmadan sokak tartışmalarıyla hale yola sokulup var olan meclis güvencesiyle apar topar oylanarak köşke sunulan; geri kalan yüzdelik dilimin neye dayanarak saptandığı dinsiz olma halinden muzdarip olunup yola çıkılarak dindar nesil yetiştirmesi hedeflenen eğitim paketinin kaç yıl, olmadı kaç ay ömrü olduğu son birkaç yıldır eğitim bilimcilerinin, uygulayıcılarının bile ezberlerini şaşırtıp başını döndürecek hızda sürekli değiştirilen programlara bakıldığında çok da bilinmeyen bir şey olmadığıdır.
Yedi yaşla başlayan birinci sınıf öğretiminde, eğitimcinin, velinin, öğrencinin zorlandığı eğitim programının üstesinden beşli yaş grubunun nasıl baş edeceği hayli düşündürücü. Üstelik de kaynaştırma eğitimine, özel eğitime gereksinim duyanların sayısının giderek çoğaldığını görmemize rağmen. Ve de bir çok çocuğun henüz tuvalet temizliği becerisi, konuşma yetisini tamamlayamamış olmasını da görmezden gelemeyiz. Ve de tabii ki bir çok çocuğun anadilinin şifresini çözemeden başka bir dille okumasının ve ona kendi dilinden seslenemeyen birinin bir şeyler öğreteceğinin beklentisi.
Okumanın, okullu olmanın, okumuş olmanın erdemlerinden bahsetmeyeceğim. Yıllarca “ Oku baban gibi…” tekerlemesini tekerrür ede ede okumuş olmanın yüce değerlerini vurgulayarak, herkesi okuma yolunda gönüllü neferler edip, köylerden yollara döküp ulaşılmaz hayalleri ulaşır kılan bir eğitim politikasından geçirdikten sonra; okuyanın , okumuş olanın emeğini hiçe sayarak karın tokluğu bir ücrete mahkum edip, kısa yoldan köşe dönme politikalarıyla “ Canım, okuyup da ne olacak? Felankeş şu kadar kazanıyor, feşmankeş de hiç okumamış ama şu kadar malı mülkü var..” edebiyatlarıyla bu günkü eğitim politikasının hazır neferlerini oluşturma girişimleri bizi bu noktaya dayadı. Okuyup da ne olacak; dinimizi bilelim yeter. Hem de küçük yaşta bilelim…
Demem insanların isteklerine asla değil! Herkes istediği eğitimi, istediği okuldan, istediği biçimde alabilmeli. Sunulan seçenekler herkesi kapsayacak çeşitlilikte olmalı. Eğitimin, eğitimcinin değeri yüceltilmeli, eğitime ayrılan harcama payı silahlanma payından kat kat üstün olmalı. Eğitimin bilimselliği göz ardı edilmemeli, eğitimde planlama, program gelişimi söz konusuysa bu işin öznesi olan eğitimcilerin önerilerine kulak verilmeli, eğitim bilimcilerinin çalışmaları sonucu hayata sunulmalıdır.
Eğitim- Sen başta olmak üzere KESK üyeleri yasa tasarısı mecliste görüşülüp oylanma sürecinin öncesinde ve sırasında çeşitli kereler, demokratik yollardan çeşitli yöntemlerle yasanın tasarısında söz sahibi olmak istediklerini beyan etmişlerdir. Değil muhatap kabul etmek, öğretmenler bu haklı isteklerini dillendirirken gazla, jopla, göz altılarla susturulmaya çalışılmıştır. Eğitim emekçilerinin bu dayatmacı yasa koyuculuğuna karşı dört dörtlük mücadeleci duruşu tarih kitaplarında şanlı direnişler arasında önemli yerini alacaktır.
Unutulmamalıdır ki;yasalar kolluk kuvvetlerince zoraki uygulattırıldığında; günü geldiğinde o kolluk güçlerini yargılayanların akıl gücüyle oluşan yasalar olduğunu , bu gün on iki eylül davası görüşülürken net görmekteyiz.
Eğitim programlarını uygulayacak öğretmenlerin sesine kulak verilmediğinde bu zorbalığın uygulanamayacağı da gözlerle görülmeyecektir. Öğretmenler bilimin ışığında , düşünen, sorgulayan, hak ve özgürlüklerine sahip, insani değerlerle donanmış bir gençlik yetiştirmeyi hedeflerler.
Körpe dimağlar üzerinden uygulanan kısa dönem kar oyunlarının politikalarını bir yana bırakıp, bilim çağında eğitim sürelerini aşağı çekmek yerine herkes için, nitelikli, bilimsel, eşitlikçi, hak ve özgürlükleri kapsayan, çağdaş, herkesin, her kesimin istekleriyle örtüşen seçebileceği seçmeli derslerin bol olduğu, yaşamsal kararların verilebildiği akıl olgunluğuna erildiğinde mesleki tercihlerin yapılmasına cevap verecek artı bir dördün daha, üniversite eğitiminin eklendiği bir yapılanma eğitim çalışanlarının, sivil toplum örgütlerinin görüşleri doğrultusunda oluşturulup hayata geçirilmelidir.
Yasa köşkte onaylanmayı beklerken sokaktaki dörtlü tartışmaların sesi yavaş yavaş kesilmekte, tartışmalar yerini sürekli değişen gündemin başka bir malzemesine bırakmaktadır. Sistem gündemlerini oluşturup bizleri oyalayadursun; bizler doğal haklarımızı elde etmenin yollarını öğrenmenin ancak ve ancak dört dörtlük bir eğitimden geçmekle mümkün olacağı bilincini taşımalıyız…
04.04.2012