Hesapladım da tam on üç artık yılım olmuş. Artık yıl... Malumunuz şu bizim cüce Şubat'ın diğer ayları, bilhassa aralarına sıkışıp kaldığı Ocak ile Mart'ı kıskanıp uzamaya çalışıp da lastik misali koyverince kısalıveren yılı.
Eeee artık bu yazım da, artık yılın artık gününün hatrına olsun…
Bu gün olmayıvereydi neler eksilirdi Dünya'dan, dünyamızdan... Pek aranmazdı sanırım, bir şey de fark etmezdi gibi, koccaa Dünya'da, milyarlarca yıldır dönüp duran Dünya'da lafı bile olmaz bir küçücük günün, hele ki dört yılda bir gelirse. Tam öğrenilir unutulur çabucak. Noolcaktı ki; geldi de geçiyor bile.. Yok bir farkı diğerlerinden..
Geçiyor da mutlananların tadı damağında; birileri Purim Katan Bayramını kutlamada; öte yandan yaşananların acısını , acının, kederin sızısını geride bıraka bıraka.. Şimdi bir yerlerde bir çocuk ağlıyor, açlıktan; bir çocuk titreşiyor soğuktan; boynunu bükmüş bir çocuk öksüz, yetim, kimsesiz, bir hasta dermanını lokmanlara sormada, bir Mecnun Leyla'sını aramada, bir mahkum ufak pencerenin görüntüsüne giren güvercini kollayarak gününü bekliyor nedensiz, bir koltuğa yapışan sanıyor ki sonsuzda, bir suçlu bir gün daha vicdanını savmada, bir düşünce yorulmadan savaşmada, biri var ki olan biteni seyretmede, birileri de güzel günleri umutla beklemede..
Artık günden arta kalan mutlulukları zay etmemek için yakalamak gerekir...
Artık artık yılların artık günü gelir mi benden taraf bilinmez ki.. Geldiğinde artık ondört, onbeş... diye sayarak, en güzelinden yaşayarak geçirmek olacak artık biliyorum, ve artık umuyorum ...
29.02.2012
Günay UZUNER