12 Mayıs 2017 Cuma



            ŞEKERLİ YOLDAN ÇİÇEK BAHÇESİNE
            O, nasıl bir duygu seliydi ki insanı coşturan tarifi yok…
            Öğretmenler odasının kapısına bir atılan küçük bakışla yere serpiştirilmiş minik bonbon şekerleri ki beni her vakit çocuksu bir sevince boğar, gördüğümde yine öyle oldu…
            “Birinin başına şeker yağmış Zuhal Hocam baksana !!” deyişimle; “Şekerleri takip etmek gerek “ deyişi Zuhal öğretmenin… Aaaaaa o biliyordu demek , hay Allah!
          Drama öğretmeni Selin’in o renk vermez büründüğü tiyatral çağrısıyla bir öğrencimin(Kerem’in) revire yaralı olarak geldiği söylemi,
         Hemen ardından bende bir panikleme hali ve kal geldi anlık.. Kal halim kısa sürdü ,  telaş ve üzüntüyle , “Az önce sınıftaydım bir şey yoktu, ne oldu ki?”   düşünceleri hızla geçiyor aklımdan. Çıktım revire doğru gidiyorum, herkeste bir gülümseme, hemşire dahil..
            Uzunca bir koridor boyu şekerler yola dizilmiş tek sıra.
Kerem göründü gülerek;
-          Öğretmenim bir gelir misiniz, diyerek..
Demesiyle kaybolması da bir oldu, ben şaşkın…
Gene gözümde beliren bir Kerem:
-          Gelme gelme ,biraz bekle öğretmenim!

          Ben kararsız bir şaşkınlık içinde, ne olacağını kestirmeye başladım başlamasına da neyle karşılaşacağımı bilemiyorum şimdi. Bir gülen gözlerle bana bakan arkadaşlara, bir koridor buyunca dizi dizi sıralanmış şekerlere, bir de koridorun ucunda gözüküp kaybolan Kerem’e bakıp duruyorum. Şekerler benim içindi anladım.  Kah eğilip alıyorum şekerleri bir bir, kah bırakıyorum  yere… Hepsini tek tek toplamam gerektiği geldi içimden, toplamaya başladım avucuma bir yanda da aklımdan" Bunlar avucuma sığmayacak, neye koysam? ", düşüncesi…  Pamir Teacher’ın ; “Beliniz ağrır hocam onları toplarken “ demesiyle gene istençsiz bir alıp -bir bırakma refleksleri bende.

             Emine öğretmenin, gülümsemelerine, benimle şeker toplamalarına, Nefise  öğretmenin fotoğraf çekmesine takılıyor gözüm ve Kerem’den gelmem için çıkan izniyle şekerleri takip ediyorum. Hansel ve Grathel Kardeşlerin ormanda kaybolduklarındaki ekmek kırıntılarını takipleri düşüyor aklıma ve Emine’yle telepati yapıyoruz aynı konuda. Merakla ilerliyorum koridoru Nefise  foto çekmede, veeee fotoğrafçılar çoğalıyor, Hürriyet ve Pelin öğretmenlerim dahil oluyor çekimlere.. Bense şekerleri takip ederek kırmızı halıda yürüyor edasıyla gururla ve sevinçle ilerliyorum.
  
            Fuaye alanındaki muhteşem görüntüyü ömrümce unutacağımı sanmıyorum. Canlarım orada, öğretmenleri (arkadaşlarım) ve müdürümüz …
Bir yanda şiir okuyanlar,
"Benim annem, güzel annem" şarkısını usta kemancı edasıyla çalan Ardam bir yanda, 
Dans eden Ceren'le Elifnaz  bir yanda,
Beri yanda pankart tutan Yusuf ve Tuana, günü kutlamaya dair,
“Anneler Gününüz Kutlu Olsun” pazılını oluşturan Çınar, Ege, Mert, Ahmet Ege, Efe  öte yanda.
Canlarım karşıda bekleşirken ellerde çiçekler beni
Dizi dizi dizilmişler ,öğretmenleriyle birlik .
Dekor, mekan, kostümler müthiş…
                Ben coşkulu, ben gururlu, ben mutlu, ben sevinçli  , ağlamaklı ve duygulu en çok da gururlu… Nasıl da güzel bir organizasyondu bu.
               Karışık karmaşık duygular içinde gidip gelirken, “ANNEM” şiirleri kulaklarımda çınlıyor, sesler tanıdık, ama ortada yoklar, geldiği yeri arıyorum sesin..  nafile…
             Bütün çocuklarım geliyor aklıma gelmiş geçmiş. Meğer ne yüce duyguymuş bu, bir kez daha anlıyorum , minik minik yüreklerin içinde yer almak..
               Şaşkınlığım durulunca her birini öpüyorum tek tek ellerindeki çiçekleri derleyerek; aldığım çiçekler çiçek miydi, onlar mıydı, sevgileri miydi bilemeyerek alıyorum çiçekleri ellerinden tek tek. bütün öğrencilerimi de anıyorum, çiçeklerimi alırken, öperken çiçeklerimi… Bu ritüel ne güzel, ne bitmez bir şey, her birini öpüyorum tek tek.. binlercesini , binlercesini de beraber… Aklıma Gisto'dan ayrılışımız geliyor o hiç bitmeyen veda sahnesi defalarca defalarca bitip tükenmek bilmeyen el öpmeleri çocuklarımın hüzne boğuluyorum o gün bu gün de gururlu ve sevinç içindeyim öpmelerden.
Ne mutlu bana ki nice gönüle girmişim,
Ne mutlu bana ki böyle güzel evlatlar yetiştirmişim,
Ne mutlu bana ki ikinci  anneleri olmuşum,
Bir günlük de olsa anneleri yerine konmuşum….
Sevmekle, öpmekle bitiremedim onları bugün,
Ne çoktular, ne çoktular…
Çokluklar içinde ne de hoştular.

                  Bugün ben,  “Anne!” dedikleri ben, duygulanmış küçük bir çocuk,
                  Onlar , bana özel sunumlarıyla , kocaman kocamandılar çoookkk…

                                                               12.05.2017

                                                          Günay UZUNER

14 Şubat 2017 Salı

                                                                  KULAK NEREDE ?
                      Öğle paydosu… Zile beş kala… Bir feryat bir fizah kopar sınıfın birinden… çocuklar paniklemiş etrafa koşuşmakta…
                      Öğretmen sınıfa girmek üzere tam da. Sese, sınıfına yönelir. Gördüğü manzara korkunç. Minik öğrencisi kanlar içinde. Sınıf içinde arkadaşlarıyla koşuştururken ayağı tökezlemiş, sıranın köşesine çarpmış. Kulağı yırtılmıştır yavrucağın.
                      Öğretmen öğrenciyi sakinleştirmekle birlikte peçeteyle kanayan yaraya tampon yapar alel acele, okul yönetimine de haber verir aynı esnada.
                       Okulun iki yöneticisi vakit kaybetmez, koşarak varırlar olay yerine, gördükleri manzara  gerçekten de korkunçtur, her yer kan içinde. Öğrencinin kulağı kopmuştur görünüşte. Tüm yöneticiler bir araya gelir, hızlıca örgütlenip, genç öğretmeni çocuğun yanına katar; bir de genç bir arkadaşını dersten çağırıp onu da onun yanına katıp bindirirler okula ait bir taşıta.
                        Bir yaralı küçük çocuk kan revan , iki genç öğretmen bir şoför panikle düzülürler yola,  nereye gideceklerini bilmeden .
                         Okuldaki panik hal bir ara duralanır ve akıllara çocuğun kulağının koptuğu gelir. Koca koca muavinler dizlerinin üzerine çökmüş kopan kulağın parçalarını aramaktadır, yerlerde sınıfta.
                        Olay kulaktan kulağa yayıldıkça bir merak sarar herkesi ve koşuştururlar olay yerine. Gelenlerin gördüğü ise ürkütücüdür, yerdeki kan damlalarının içinde kulak parçası aranmakta. Sınıfa girmek istemezler , ezmekten korktuklarından aranan kulak parçasını. Bir kısmı da  çocukları oturmaları için uyarmaktadır, parçayı korumak adına. Sınıftan çıkan olayı daha bir vahimleştirerek kulağın kopmuş olduğu haberini verir duymayana. “vah vah”lar çoğaldıkça çoğalır. Sesli düşünmeler başlar  bu defa:
-        Yazık çocuğa!
-        Şimdi ne olacak?
-        Kulak bulundu mu?
-        Ya plastik cerraha yetişmezse zamanında kulak!
-        …… hastanesindeki plastik cerrah çok iyiymiş.
-     Çok da masraflıymış uzuv eklemek...
-     Çocuk sakat kalmasın da...
-        Ailesine haber verildi mi acaba?
-        Nöbetçi kimdi?
-        Çocuklar mı itmiş?
-        Nasıl söylenir ki aileye böyle bir şey!
-        Annesi mahvolmuştur şimdi.
-     Ben annesinin yerinde olmak istemezdim.
-     Ben de haber veren ...
-        Olan çocuğa oldu.
-        Kopan parça bulunamamış.
-        Ya şimdi ne olacak?
        Öğretmen bindikleri taşıtta yol alırken olayın şaşkınlığını üzerinden atar ve bir hastaneye
gideceklerini anımsayarak, komutu verir şoföre:
-        En yakın hastaneye!
                     Çok şükür ki şaşkınlığı çabuk geçmiş olayı eline almış, mantıklı düşünüp, mantıklı hareket etmeye başlamıştır. Onlar yol alırken hastaneye doğru telefonu çalar hızlı hızlı …sanki arayanın değil de telefonun telaşı var gibi hızlıca çalmıştır. Aceleyle telefonu açar  öğretmen “ Hocam çocuğun yakasına bir bakar mısın kulağın parçası orada mı, biz çok aradık, sınıfta bulamadık da yakasında yoksa arabaya, yerlere bakın ”  demektedir telaşla yöneticisi karşı taraftan. Muavinlerden birisi: ” Çocuğun yakasında gördüm  kulağın parçasını…” demektedir ısrarla çünkü. Kulak omuzdan düşmüştür düşüncesiyle ,vakit kaybetmemek adına yerlerde uzunca müddet aranmıştır kulak parçası, sınıfta, koridorda, arabaya binilen yere kadar hatta, dört ayak üstünde; bulunamayınca da yerlerde, hala çocuğun yakasında olduğu savı düşmüştür akıllarına.
                      Eyvahlar olsun ki ne olacaktı şimdi?  Neyin kulağı, neyin araması, neyin bulunmamasıydı bu. Kulak mı, yakada mı?  Çocuğun yakası, boynu, üstü başı kanlar içindeydi de kulak mulak yoktu. Başından aşağı kaynar sular döküldü öğretmenin, çaresiz bakışları arkadaşının sorgulayan bakışlarıyla kavuştu, bir imdat arıyordu şimdi. Nasıl bir durumdu bu. Çocuğunun yarasına tampon yaparken hiç düşünmemişti ki kulak kopmuş mu, kopmamış mı.O kanamayı durdurma telaşına kapılmıştı ilk önce. Aklından binlerce deli soru geçmekteydi şimdi şimşek hızıyla ardı
 ardına;  ne yazık ki hiç birinin yanıtı yoktu kendinde . Çaresiz bakınırken çocuğun üzerine gözleriyle ustaca , feryat ederek ağlayan yavrucuğu korkutmaktan kaçınarak, hastaneye varmışlardı çok şükür. Korkularının yanı sıra güvenli ellere ulaştıkları için hafif bir rahatlık , umut sardı benliğini. Araba yanaşır yanaşmaz acilin kapısına , kucakladığı gibi yavrucağı daldı hışımla hastaneden içeri;
-        Doktooooooooooooooor, diyebildi olanca gücüyle bağırarak. Bağırmasıyla bir görevlinin
çocuğu  kucağından sedyeye alması bir oldu. Sessiz ve hızlıca seyirttiler sedyenin ardından.
Doktor koşarak geldi.
-        Kulağı kopmuş, dedi öğretmen. Doktor öğretmene şöyle bir bakıp özenle tamponu kaldırdı;
-        Kulak yerinde duruyor,  dedi gülümsemeyle ve işine koyuldu. 
       Kulak üst bölümden birazcık kesilmişti, üç dikişle kesilen yeri onardılar, herkes rahat 
bir nefes almış, sinirden ve şükürden önü alınamaz  karma karışık gülmeler başlamıştı...

                                                                                                                14.02.2017
                                                                                                        GÜNAY UZUNER