“Zıkkım ye!” diyecektim ki tam, diyemedim; demek istemedim.
- Heyyy yolda yürüyen, sen, sen. Evet evet sen. Mavi gömlekli olan. Avurtlarını şişirmiş, gevişini getiriyorsun; bir yandan da kolunun tersiyle ağzından akan yağları silmekle avucunla sıvazlamakla meşgulsün. Hah bi de kolunu üzerine sürdün. Ağzını sildiğin elinde bir şeyleri mıncıklayarak buruşturuyorsun şimdi de... Yediklerinin ambalajı olsa gerek. Haşur huşur sesleri duymasam da olacakları merak ederek seyrediyorum seni, dördüncü katın camından. Birilerinin de dışarıyı seyrederken seni görmeleri olası. Neden takıldın, gözüme bilmem bir anda? Çok da albenin yok hani. Sağ elinle buruşturup umarsızca yere attın. Aferin sana! Aferin.
Karnını doyurup döşünü şişirdin mi? Ya attığın? Yerde ne olacak, kim alacak onu yerden? Evde annen topluyor arkandan döküntülerini belli. Evinde çok titizsindir, Allah bilir.“Dışarısı bana ait değil” mi diyorsun? Senin olmayabilir; senin olmayan yerlerde ne dolaşıp duruyorsun? Zıkkımlandığının çöpünü senin olmayan yerlere ne atıyorsun ki? Ne hakkın var buna? Evinde bu denli özgür değil misin yoksa?
İşte o an, kağıdı mıncıklayıp yere attığın an ;“Zıkkım ye”, diyecektim de diyemedim işte. Boş vermem pek ama; “Ya sabır” çektim. Zaten sabırları çeke çeke göz yummaya da alışıyor insan.
Sol elindeki kola şişesini takipteyim şimdi, işim var. Çiğnenmelerin bitince diktin kafana, yudumladın, geğirdin; geğirdin yudumladın. Yürümeye devam ediyorsun bir yandan. Teneke sert ya elini acıtır, onu mıncıklayamadın kıyamam sana. Sol elinden sağa geçirerek fırlattın bowling vururcasına. Adımlarınla kavuşunca bir de tekme fırlattın. Takır tukurun sesi bana kadar uzandı.
Sabredemeyeceğim sonunda; her ne kadar takipte olsam da seni; İçimde kalmasın aman, artık diyeceğim:
Zıkkım ye!
12.05.2011
Günay UZUNER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder