Merhaba benim adım Karan. Biyosfer kürenin karalar mıntıkasında koloniler halinde yaşıyoruz milyonlarca türdaşımla . Benim mensubu bulunduğum Karin Kolonisi ormanlık alanları habitat olarak seçmiştir. Ormanlarda tüm popülasyonlarla kommünite halinde yaşamı paylaşıyoruz.
Biyosfer küredeki canlılar içinde popülasyon taşıma kapasitesi en fazla bizim popülasyonumuzdur. Küçük görüntümüze bakıp da aldanmayın sakın; türümüzün tümünün toplam kütlesi insanların tümünün toplam kütlesinden çok daha ağırdır.
Ormanın güneş ışınlarını süzerek geçirip serinletmesine rağmen çok sıcak bir gündü bu gün. Sıcaktan sersemlemiş sarhoş sarhoş dolanıp dururken koca jungleada yolumu kaybettim . Antenlerim algısını yitirmiş, zaten az gören üç gözüm de kararıp iyice görmez olmuştu. Bayılmışım. Neden sonra mis gibi ekmek kokuları hissetmeye başladım. Rüyada mı idim bilemiyorum. Tek hissettiğim halsizliğim ve güzel ekmek kokusu idi.
Benim yıkkınlığımı gören bir gurup hamam böceği ordusu benimle yetinmeyip kolonimizi esir almak için ana kraliçemizin sesini taklit etmeye çalışıyordu. İşçi kafilemiz eceden komut aldıkları zannıyla yola dizilmiş hamam böceklerine doğru son sürat yol alıyordu.
Öte yandan Onca da buram buram tüten ekmek kokusunu almış, kolonisinin işçilerine haber salmış hep birlikte bu yana doğru nallarını koşturuyorlardı.
Ormanda ağaç kesen oduncular öğle yemeği çıkınını bir ağacın gövdesine yaslamış, işlerine koyulmuşlardı. Oduncunun çocuğu çıkının az ötesinde bir elindeki elmayı dişlerken öteki elindeki çubukla toprağı eşeleyip duruyordu.
İnca kabilesinin işçileri hedefe ulaşmış, dağı delmeye koyulmuşlardı bile. Yaptıkları iş tünel kazmaktan farksızdı. Hem kendi karınlarını doyuracaklar, hem de kolonilerine azık taşıyacaklardı. Her biri cüssesinin onlarca katı ekmek parçasını koparıyor, geldikleri yoldan geriye termitlerine doğru yollanıyorlardı. Binlerce, on hatta yüzbinlerce İnca ganimetlerinin sevinciyle coşarak sıcağa aldırmadan hızlarını daha bir artırarak gidip gidip geliyorlardı. Bizim kabilenin işçileri de kendilerini bekleyen tehlikeden habersiz ekmeğin kokusunu hissederek bana doğru yaklaşmıştı. Dağın diğer yamacında bizim işçiler dağı delmeye başladılar. İlk parçayı kapan geri dönüyor yuvamıza yöneliyordu. Beş on yüz derken işçiler geri dönüş yolunda yükleriyle beraber kervanlarını hamam böcekleri kesti. Kurnazlar bir taşla iki kuş vurmak için sabırla bekleyip, dönüş yolunda tuzak kurmuşlardı. Böylelikle hem ekmekleri yiyecek hem de Karin kolonisinin işçilerini esir alacaklardı.
Her iki koloninin işçi karıncaları iki yakadan ekmeği delip tünellerini büyüterek kopardıkları parçalarla yol alıyorlardı. Ben çaresiz kıpırdayamadan olup bitenleri olduğum yerden seyredebiliyordum ancak. Hamam böceklerinin kervanımızı esir alması an meselesi iken, öte yandan çubukla oynamakta olan çocuk binlerce karıncanın azıklarını isitila ettiğini farketmiş elindeki çubukla kafileyi dağıtmaya başlamıştı. İşçi karıncalar "İmdat!" çığlıklarıyla koşuşuyorlar, savruldukları yerden salgılarını takip ederek rotalarına yönelmeye çalışıyorlardı.
Bir yandan hamam böcekleri diğer taraftan oduncunun çocuğu hevesimizi kursağımızda bırakmayı, başarmıştılar. Korkudan düşüp bayılanlar mı dersin, çubuğun darbeleriyle yaralananlar mı dersin, hayli zaiyat vermiştik.
İşçilerimizin "İmdat! " avazları yüzlerce metre karelik alana yayılan sülalelerimizdeki kolluk güçlerini harekete geçirmiş, iki koloninin askerleri savaş alanına hücuma kalkmışlardı. Milyonlarca askerden oluşan karınca ordusu meydana çabucak ulaşmıştı.
Gittikçe çoğalan karıncalarla tek başına baş edemeyen çocuk bağırmaya başlamış babasından yardım istiyordu: " Baba ekmeği karıncalar sardııı!" Babası oralı olmadan: "Ekmeği silkele, bir şey olmaz! "dedi. Çocuk ekmeği eline aldı, silkelemeye başladı. Bir türlü yakasını kurtaramıyordu ekmeğinin karıncalardan.
Hamam böcekleri karınca ordularını görünce esir karıncaları serbest bırakıp arkalarına bakmadan deliklerine doğru kaçışmaya başladılar.
"Babaaa gitmiyor bu karıncalar!" diye bağırdı çocuk yine. Bu arada bir kaç asker silkelerken vücuduna yapışmış, orasını, burasını ısırmaya başlamışlardı. Canının acısıyla debelenirken elindeki elma yere fırlayıp yuvarlanmıştı; ne elma, ne de ekmek umurunda değildi artık;can havliyle yeniden bağırmaya başladı: "Babaa yetiş, gitmiyorlar ,koş çabuk,ooofff, canım yanıyor, koş baba koş..!"
Babası elindeki baltayı bırakarak kaygıyla bir koşu seyirtti oğlunun yanına. Ömründe gördüğü tüm karıncaların toplamından daha fazlası sarmıştı ortalığı. "Bırak oğlum, o ekmek yenmez artık! dedi. Ekmeği fırlattı yere. Kendimize has kokumuzu salgılamıştık, ekmeğin üzerine. Her yerini delik deşik etmiştik bir de.
Yardımlaşarak bir çok işi başardığımız bir gerçektir, bunu bu gün de gösterdik. Meydan muharebesini biz kazanmıştık. Ekmek bize kalmıştı." Karınca kararınca" sözünü bizi örnekleyerek veren insanlara bunun böyle olmadığını bir kez daha gösterdik. Biz kendimizi doyurur, ikinci midemizle yuvamıza, oradaki hasta , yaşlı ve küçük karıncalara ve bir kaç yıl daha yiyebilecek kadar depolamaya yiyecek taşırdık, ağzımız ve sırtımızla taşıdıklarımız da cabası.
Hiç unutmam bizim koloninin ana kraliçesi ile, İnca kolonisinin ana kraliçesi ormanda toplandığımız bir şölende söyleşip,dertleştikten sonra şöyle demiştiler : "Karıncalar için en şefkatli ve iyi huylu dostlar, aslan, kaplan, çıngıraklı yılanlardır. Fakat karıncalara karşı en vahşi ve yırtıcı olanlar ise, kazlar, ördekler, piliçler, hamam böcekleri ve insanlardır."
Zafer bizimdi. düşmanlarımızı bir kez daha el birliğiyle altetmiştik. Kardeşlerimin sevincini seyrederken ben de coşup kendime geldim. Dizlerime güç kuvvet, gözlerime fer geldi.
Evet biz bu gün büyük bir zafer kazanmıştık. Dayanışmamızın gücüyle, hem ganimetimizi kaybetmemiş, hem düşmanlarımızı yenmiştik. Hem de ödül olarak yuvamıza götürecek dişlenmiş de olsa bir elma, cennetin Havvaca çalınıp Adem'e verdiği en güzel meyvesini sırtlanmıştık. Daha ne olsundu "Gün bizim günümüz"dü.
29.01.2012
Günay UZUNER
Adnan Hocamın verdiği "Karıncaların Günü" konulu sömestre ödevim