Yüzyıllar yüzyıllar sonraki buluşları göremeyeceğime hayıflanıyorum hep tıpkı yüz yıllar öncesindeki güzelliklere bizzat şahit olamayışımın kıskançlığını gizlice taşıdığım gibi.
Geçmişi yaşamasak da yaşadıklarımız azda olsa sezdiriyor bize nelerin yaşanmışlığını. Gelecek öyle mi ya? Daha ne olabilir ki? Neler icat edilebilir ki? Ya bireysel yaşanacaklar? Benden sonra evlatlarım, torunlarım, akrabalar, insanlar, ülkemiz, dünya…? Neler neler olacak, kim bilir neler?
Bahtımıza ne çıkacak diye inanmadığımız fallara sarılıyoruz gelecekten bir haber diye; her ne kadar sohbetini seviyoruz fal bakımının desek de etkisinde kalmıyor değiliz söylenenlerin. Hele bir kahve içmeye görelim son akak telveleri de yudumladıktan sonra tabağa deviriyoruz büyük bir ustalıkla, fincanı başımızda döndürmeyi ihmal etmeden.
Bu gün yine bir İzmit – İstanbul yolculuğundaydık Işık’ la beraber. Sıcak, gevrek simitlerimizi muavinin ikramı üçübiraradaları dökmeme çabasıyla yudumlayarak yedikten sonra dergi karıştırmaya koyuldum. Zamanı dergi okuyarak geçiştirecektim. Bu pek yaptığım bir şey değildi yolculukta, dışarıyı izlemeyi yeğlerdim genelde ama çok sıkkın bir hava var dışarıda. Esmerden siyaha çalmış bulutlar yağmuru serpeleyecekleri yeri kollar gibi kol geziyorlar.
Kahvenin çayın anayurtlarından, insan yaşamındaki yerlerinden, yararlarından, ararlarından bahsediyordu bir konusu derginin. Asya’da neredeyse ilk çağlardan bu yana insan çayla tanışıkmış. O kadar içselleşmiş ki insan çayla, onu yanından ayırmaz ; demlik, testi, derken termos, hatta fincan ve hatta bardak elinde gezer olmuş.
Son yudumlar içildikten sonra çayın görevi tamamlanmıyor. Belli belirsiz çay tozcuklarının fincanda, tasta ve bardakta bıraktığı görünür görünmez şekillerden fal bakar olmuş insanlar. Bahtlarını yaşamında bu kadar yer eden çayın belirlemesi olmayacak şey değil tabi ki. Asya’nın pek çok ülkesinden Türkiye’ye kadar çay üretilen ve tüketilen hemen hemen her yerde çay fallarına bakılarak gelecekle ilgili meraklar bir nevi giderilir olmuş.
Şu an neler çıkmıştı falımda pek yadımda değil ama , bir keresinde ben de çay falıma baktırmıştım. Yegane can dostumun, bacımın annesiydi falıma bakan. Gözleri bozuktu, teyzemin; tavuk karasından çok daha az görse de, gözükmeyen çay zerreciklerine bakarak söyledikleri gönül gözüyle gördükleriydi kanımca. Görmeyen gözler manidar bakışlarla bardağa bakarak sayıp duruyordu üç vakte kadar bahtıma çıkacakları. Anlatılanlar bir hikayeydi, bir yaşamın insana kattıklarıydı, kelamlar ardı sıra diziliyor, bir coşku aleviyle halim neyse , falimde çıkması dilenerek anlatılıyordu. Tüm bakıcılar gibi temkini de elden bırakmıyor, kötü haberin sinyalini hafiften verip geri çekerek iyi dilek temennileriyle durumu tatlıya bağlıyordu. Kehanetleri savıyordu kendince. Yaşamın canlılığı söylenen güzel sözlerin efsunuyla vücut bulacaktı.
Yaşadıklarımız her zaman güzel gitmiyor, kendimiz yönetsek de yaşantımızın büyük bölümünü. Günahıyla, sevabıyla yaşananlar geride kalmıştır.Hayatı sil baştan temize geçmek gibi bir şansımızda yok zaten . Ama bahtımızın güzel olabilmesi için; anlık da olsa kanarak, hoş sohbetli çay – kahve fallarından medet ummanın kime ne zararı var ki? Geleceği bilememe kaygılarımız da azalır hem.
Bahtımızın açık olması dileğiyle çaylarımızı, kahvelerimizi her daim can dostlarla yudumlayalım…
22.01.2012
Günay UZUNER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder