31 Mart 2012 Cumartesi

4+4+4


KESK

 Onlar en güzelini, en doğrusunu, cesaretle dört dörtlük yazdılar.

28 Mart 2012 Çarşamba

bir kıvılcım da sen yak



yanıp dururken
    titreyen mum alevinin
        tek yanmanın aczi içinde
             etkisi ne ola ki
                 yanıbaşındaki  o alevin
                      ısınmaktan sarhoş
                            hava zerreciklerini
                                itelemekten başka?
                                     ya itelenen hava zerrelerinin
                                          iteledikleri ve
                                               onların dokunup da
                                                   ötelere savuşturduklarının                
                                                        halka halka yayılıp
                                                            zincirlerinin  son durağı
                                                                 son dayanağı neresi ola ki?
                                                                       karanlığa bir kıvılcım çakınca
                                                                           nereler aydınlanır görüyor musun?

                                                                                                          28.03.2012
                                                                                                          Günay UZUNER

                                                                    

24 Mart 2012 Cumartesi

adsız

bi şey olmuş bi şey
hissediyorum derinden                                            
anlamlandıramıyorum bir türlü
ironisi sanırsam sunduğu yaşamın
neticeden sonra "ha buymuş!" diyebileceğim
avatarlar inmiş yeryüzüne insan kılıklı görüyorum
fısıldaşıp duruyorlar sessiz usulca; yarım yamalak duyuyorum
bişey bişeyler olacak biliyorum ahvalimin  manasını sonunda
kendim çözmüşcesine ferahlayıp  "hah işte bu o !" diyeceğim
                                                               
                                                            12.02.1993
                                                         Günay UZUNER



22 Mart 2012 Perşembe

kan gölü

                 
                     kırmızının içine kırmızıyı katınca
                     kıpkırmızı olur kırmızı
                     kırmızı kere kırmızı
                     kıpkırmızı

                    ortalık mahşer yeri
                    kaos içinde kavga döğüş          
                    günortası güneşten koparılan
                    kızılca kıyamet

                   uykuya vurduk hepimiz
                   gün kararınca şaşırıp
                   geceye günün karanlığını katınca
                    toz buluta bürünüp
                   olur kapkara ortalık
                                
                  biz uyuruz koparılır
                  parça parça alevinden
                  biz uyuruz
                 güneş çalınmış olur
                 biz hep uyuruz

               
                gün gelir
                titrer durur
                yazda ayazda kalır
                üşür de uyanırız
               bakmışız ki
               günler 
               gece gece kokmakta              
               her yer
               kara kapkara
               yaşantımız
               zindan kere zindan olur
                            
                           26.12.1993
                           Günay UZUNER




                 

15 Mart 2012 Perşembe

ÇOCUKLARA SORMALI


metal düğmesi ötüverince

turnikelerden geçerken  cezaevinin

eteğini çıkarmışlar

infaz koruma memurları Defne  kızın

bir dahaki görüşüne giderken babasının

“Dişlerimin teli öter mi anne,

onları da çıkartırlar mı ? “ diye sormuş.



Bosna  bombardıman altında,

kör kurşunlar yağarken sağnak sağnak;

“Küçük çocukları küçük mermiyle

öldürürler de mi anne?”

deyivermiş küçük bir  çocuk.



sekiz kurşun yiyen babasının yanında

ayağında terlikleri

onüçüncü orantılı kurşunu yiyen

Uğur  çocuk

ne demiş,

ne  söylemiş,

kim bilir?



15.03.2012

Günay UZUNER

12 Mart 2012 Pazartesi

Yakın















Yakın !
Tedbir alınmamış şantiyelerde
İşçileri  yakın…
Çocukları katlederek
Anaların yüreğini yakın.
Yakın!
Kin ve nefretin üzerinde
Türküleri  yakın
Karanlığın dehlizlerinde
Aydınlığı yakın.
Türküler söyleniyor
Dinleyin  bak…
Zamanı yakın.
Zaman dağları aşmış
Özgürlüğü haykırmakta
Dağları yakın .

Zaten gidişat kötü

Hesler kurun, savaş açın
Kimseye kalmasın sakın 
Dünyayı yakın .

Yakın
Yakın yakabildiğinizce
Ama bu defa
 Elinizi tez tutun .
Onikiden vurduğunda  
Bu defa da hayat size
Sakın ola  unutmayın!
Madalyonun  tersi döner
Diğer  onikiyse  gününü bekler
Gün yirmidört saattir
Dünyanın kanununa aykırı
Hep  böyle gece olmaz
Güneşin  doğuşu yakın!
    12.03.2012
Günay UZUNER


 "yakın "  mak için değil güzel günlerin "yakın" olduğunu söylemek için " yakın" arkadaşlarım FBM blogerlerinin "yakın" bir zamanda  seçtiği konuyu yakmamak adına  yazılmıştır

YASEMİNLER AÇARKEN

    
 Akdeniz kıyılarında meltemler eser denizden karaya, karadan denize doğru.. Baharla birlikte yaseminlerin kokusunu da  önüne katarak sürüklerler gittikleri her yere. Yaseminler beyaz, mavi ve mor renkte açarlar, daha çok  da beyazdırlar. Saflığı,masumiyeti ve asaletiyle kök salmıştır yeryüzünde onlar.



   Tunus bir Akdeniz ülkesi. Yaseminler diyarı. Kış bitip de   bahar geldi mi  yaseminlerin kokusu sarar her yanı meltemlerin tatlı musikisiyle dans eder dururlar insanların ruhuna  sükun doldurarak. 
    Doğanın eşsiz güzelliği insanların  dikta rejiminde yaşamalarına engel değil. Sokaklar  yaşamına yön verilmemiş işsiz gençlerle dolu. Yöneticilerle halkın yaşamı arasında uçurumlar bulunmakta. İnsanca yaşamak isteyen  halk haklı  isteklerini, sıkıntılarını anlatacak muhatap bulamamaktadır.
   Üniversite mezunu bir genç  Muhammed Buazizi el arabasıyla sokakta sebze ve meyve satmaktadır. Kendisine sataşıp, sebze meyvesinden alıp ücret ödemeyen ardından da ekmek teknesi arabasına el koyan güvenlik güçlerine karşı koyar ama bir sonuç elde edemez. Yaşadıklarını kentin valisine anlatmaya gider. Günlerce valinin kapısını aşındırsa da valiyle görüştürülmez.  
     Valiliğin önünde tepkisini dillendirmek için kendini ateşe verir Muhammed.. İnsanın en temel hakkı olan kendini ifade etme, özgür olma şiarıyla bedenini hiçe sayan bu gözü kara gencin ardından halk ayaklanmaları başlar. Fitil ateşlenmiştir. Diktatör Bin Ali ülkeyi terk eder. Fitil ateşlenmiş, halk bilinçlenmiştir artık. Bin Ali yanlıları yine başta olsa da özgürlüklerinin, onurlarının her şeyden daha değerli olduğunu bilmektedirler.
   Tunus’taki bu halk devrimine, Yasemin Baharı denmektedir. Yasemin Çiçeği asaleti ile ün salmış, onuru için savaş veren halka sembol olmuştur. Yaseminler ana vatanı Himalayalar’ın zirvesi gibi  dikta  rejiminin kolluk güçlerine dimdik durarak keskin kokusunu  Akdeniz Melteminin sert esişiyle sınır dışına aşırmışlardır.
   Libya’da, , Cezayir’de, Yemen’de, Ürdün’de, Mısır’da, Suriye’de  halk ayaklanmalarına neden olan; onlarca yıldır hükümranlığını sürdüren diktatörlerin tahtlarını sarsmış, bir kısmının  yönetimleri değiştirmiş;  özgürlük rüzgarı  İran, Irak, Filistin  gibi çevre ülkelerde de esintisini hissettirmektedir. Yasemin Baharı’nın rüzgarı Arap  ülkelerini sarmaya başlayınca  Arap Baharı halkların özgürlük müjdecisi olmuştur.Kuzey Afrika Ülkelerinden başlayan özgürlük rüzgarı Orta Doğu' da esmeye başlamıştır.
   Ülkemiz de de hak ve özgürlüklerimizi İnsan hakları ve Hürriyetleri ölçüsünde yaşadığımızı söylemek mümkün değildir.  Egelilerin deyimiyle ‘eşek imbatı’  bir esmeye görsün;  bizim denizlerimizdeki beyinlerimizi uyuşturan  iyot kokularını yaseminlerin kokusu  bastıracaktır.
   Bahar geldi bak! Yaseminler güneşe yöneldi  açtıklarında imbatların  özgürlüklerle savurduğu kokuları  yurdumuzu da saracaktır...
                                                                                                               12.03.2012
                                                                                                          Günay UZUNER


FBM blogerleri arasında yapılan " Arap Baharı" konulu yarışma için yazılmıştır.

11 Mart 2012 Pazar

POZANTI' DAN SİNCAN'A


      “ Çocuklar Pozantı’dan  Sincan’ a alındı!”
       Durumu kurtaran müthiş bir haber.
      Aileler nakil araçlarına el sallıyor sevk sırasında göremedikleri çocuklarına küçücük camlarından.. Hiçbir şey yapamamanın verdiği burukluk üzerlerine olanca ağırlığıyla çökmüş, el sallıyorlar sadece cezaevi aracına… Çocuklar çocuklar  içerde .. halleri… halleri perişan… halleri kaygı yüklü… halleri  titremekte bedenleri .. korku yüklü…
    Çocukların zorunlu nakilleri görev erbabını rahatlatmaya yetmişti bile, bu cenahta rahatlık hat safhada. Yapılacak çok şeyin olduğu bilincini saf dışı bırakarak  ne de lsa suçlular mantığıyla hareketi görev belleme maharetini gösterebilmişler.
      Bu çocuklar yıllarca  insanlık dışı muameleye maruz bırakıldıklarını yakınlarında ikamet eden ailelerine iletemedikleri halde Sincan’da yaşadıkları olumsuzlukları kime , nasıl ve ne vakit duyuracaklar ?
     Aslında soru yersiz oldu. Devlet çocukları yanı başına , bağrına ,yakınen himayesine aldı, Pozantı taaaa Adana’da devletin kolları oralara nasıl uzanır(?) Artık Sincan’da   pek bir sorun yaşanmaz , yaşanmaz da  tek kişilik odalarda dertleriyle baş başa tecrit edilmiş olmzlar mı. Bu izole ediş çocukları sosyallikten uzak, içe dönük kişililikler oluşturarak yaşadıkları travmalara daha büyük travmalar oluşturarak  psikolojik çöküşlere neden olmaz mı?
    Birilerinin aklına hiç  gelmez mi ki Pozantı’ daki  yönetim ve çalışan kadroyu başka bir cezaevine  içeriye almak bu sorunu kökten olmasa da bir biçimiyle çözeceği. Doğru tebdil-i  mekanda ferahlık  vardır, ortam değiştirmek, olumsuz atmosferi  bertaraf çocuklara da iyi gelecektir de ruhsal yapılarını  düzeltelim derken ailelerinden uzaklarda ne denli güvende hissedeceklerdir kendilerini…     
        Aileler bu yoksullukla, iş güç arasında ne sıklıkla görebilecekler yavrularını.  Birilerine günübirlik kırkbeş dakika olan Sincan- Pozantı yolları, birilerine onüç-onbeş saat ayda yılda bir olur yollar uzar da uzar zaman uzar da uzar hasret yollarla uzar, çoğalır çoğalır burunların ucunda tüter…
   Çocukları suça iten nedenleri düşünmek bile istemiyorum. Deştiğinde her birinin hikayesi ayrı hüzün vericidir eminim.. Yaşadıklarına gelince, suçlu da olsalar, mahkum da devletin korumasında olmaları tartışmasız olması gerekendir. Hele bir de devlet yetkililerince işkenceye, tacize, tecavüze maruz kalmaları her ne ise cezaları  kat be kat ödenmiş fazlasıyla; acıyı, kederi, sönmüş umutlarını, çocuk yaşta yıpranıp, yaşlanmış bedenlerini, çektikleri çileleri üstüne kata kata kat be kat ödenmiş bile  cezaları çoktan peşinen.
      Yapılacak tek şey var kanısındayım; çocukları serbest bırakıp, ailelerine teslim etmek, onarılması mümkün değil ama  hafifletir bir nebze de olsa acılarını; ve de sosyal ve psikolojik destek yardımıyla iyi bir terapiden  geçirerek, eğitim olanağı sağlayıp; yaşama , insanlara olan inançlarını yeniden güçlendirmek…   Böylece devlet de kendinden beklenilen güven ortamı sağlamanın  denetim  zafiyetini  geç de  olsa  gidermiş, devlet olmanın gereğini  yerine getirmiş olacaktır.. Gerçi adalet bakanı onlara cennet vadetmediklerini sylemişti ama...
     Umarım ki hak ettikleri cezayı alırlar; suçlulara uygulanan  cezai işlemlerin kamuya duyurulması da  kaygılı yüreklere bir damla su  serpecektir.. Pozantı’dan Sincan’a giden yollar daha meşakkatsiz ve kısa olacaktır.
   Umuyoruz, bekliyoruz…

                                                                                          10.03.2012
                                                                                     Günay UZUNER

8 Mart 2012 Perşembe

GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI?

     Bir şey mi işitmişti? Ne zamandır burada oturuyordu böyle, uzun uzadıya bir düşündü  … Sanki kendinde değildi. Takatsizdi. Başı boz bulanık bir şeydi ne ağrı vardı , ne de dingindi. Ses ses geliyordu. Ses derinden, kısık ve iniltilerle geliyordu.  Ağlıyordu evet evet. Ses  ağlama sesiydi O burada öyle oturmuş  elindeki çantanın sapını bileğine dolayıp durmuştu. Ne vakittir böyle, giyinmiş halde  buradaydı, bu kapı eşiğine yığılmış oturuyordu, düşündü…
   -Aman Allahım çocuk!
   Çantanın sapından kurtuldu önce, fırlattı bir kenara öfkeyle, sendeledi içeriye giderken. Elinin tersiyle burnunu sildi. Bebeğinin odasına yöneldi. Göz yaşları sel olmuştu, tutamıyordu.
   -Ya çoktandır ağlıyorsa bu çocuk? Eyvah! dedi kendi kendine.
   Acemice yürüyor , koşmaya çalışıyor, yolluk ayağından kayıyor, ne yapacağını bilmezcesine içeri yürüyor, yürürken de ne zamandan beri eşikte anlamsızca  oturduğunun muhasebesini yapıyor, suçluluk duygusu  benliğini sarmalıyordu. Sanki bu eve ilk defa gelmişti , bir türlü çocuğunun odasına varamıyordu.
   Olanları hatırladı birden, canı sıkıldı fena halde. Hezimet koyuyordu çok ama suçluluk daha ağır basıyordu.
   - Geldim yavrum! deyip  bir hışım aldı bebeğini beşikten; Hiç basmadığı kadar sıkıca bastı bağrına.
   - Özür dilerim bebeğim, çok özür dilerim, bak anne burda bi tanem! deyip deyip öpüp durdu bebeğini.
   Ne yapmıştı, nasıl yapmıştı da bebeğini  ağlamaya terk etmişti, ufak  bir derin nefes almasına içi giden kendisi değil miydi?
   Şimdi kendisi de ağlamaktaydı yavrusuyla katıla katıla. Hayli bir zaman ağlaşıp durdular analı kızlı. Yetmişti bu  gamlı düet kederleri, öfkeleri dağıtmaya.
   Çocuğu kucağında kalktı yerinden usulca burnunu çekiştirerek. Mamasını hazırladı, doldurdu biberonuna tüm ezikliği, pişmanlığıyla dayadı bebeciğin ağzına, en güzel ninnilerini seslendirdi bu gece özür cinsindendi büyük bölümü. Ana ninnisi mamadan da tatlı gelmişti  Ceren bebeğe, tatlı bir uykuya daldı yanağına bir gülümseme kondurarak. Ürkütmeden öptü öptü öptü annesi. Ne yapacağını , suçluluğunu nasıl hafifleteceğini bilemiyordu.
   Epeyce bir zamandır  titiz bir çalışmanın içindeydi bir grup arkadaşıyla. Toplumsal sorumluluk projesiydi yürüttükleri. Kendisi de yöneticisiydi  bu duyarlı projenin, o  planlamış, organize etmişti projeyi. Bu akşam  bu çalışmayı hayata geçirmenin ilk adımını atacaklardı. Dayanışma gecesine bir çok hatırı sayılır kişi, gönüllü kuruluşlar davetliydi, basın da. Açılış konuşmasını yapacaktı o. Bunları düşününce öfkeyle yumruğunu  savurdu duvara. Acısına aldırmadı canının. Hazmedemiyordu olanları bir türlü.  Ama Ceren, Ceren gelince aklına pişmanlık gelip çörekleniyordu gönül tahtına. Oysa yüreği, duyan, gören  fedakar bir yürekti. Gönlünde hep muhtaçlara destek, kimsesizlere yarenlik yatmaktaydı.
   Bu kadar aciz olabildiğine şaşırdı. Halbuki yüzlerce insanı yönetiyor, dağ gibi işleri bir çırpıda kolaylayıveriyor, her yere, herkese  yetiyordu.
    İki yıldır evliydi. Eşini dört yıldır tanıyordu. Tanımış olduğunu sanıyordu. Ne de güzel anlaşırlardı. Her yere birlikte giderlerdi; el ele, güle söyleye. Aynı idealler birleştirmişti onları. Aynı derneklerde çalışmıştılar birlikte, aşkla, şevkle herkeslerin yardımına koşmuşlardı birlikte. Bu özellikleri taşıdığı için çok da takdir ederdi sevdiği onu. Bunun için sevmişlerdi birbirlerini, insanları sevdikleri içindi tutkuları birbirlerine, aynı yolun yoldaşıydılar.
   Bu gece  için hiç tereddüt etmeden hazırlandı. O epeydir  yoğunlukla hazırlandığı, her iş dönüşü  olup biteni  bir yandan yemek hazırlayıp bir yandan heyecanla  eşine anlattığı bu çalışmanın gecesini bilen eşinin  gitmesine engel olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir gecelik de olsa evladına bakabilecek birini bir dostu elbette ayarlayabilirdi.Bakıcıya bile söylemedi kalması için. Herkesten çok güvenliydi bu konuda.
    -Dernekte toplantım var, dedi eşi; kalamam.
   - Ünal biliyorsun bu gecenin önemini.
   - Eeeeeh ! Sen  gitmeden de yürür o işler.
  
   - Hep sen çıkıyorsun, senin önceliklerin var hep!  

   İnanamıyordu, şaka olmalıydı bu. Güven peki güvene ne olmuştu?
   - Ünal, ne olur, gitmem  gerekli!
   - Benim de gitmem gerekli!
   - Çocuk ne olacak?
  
  - Sen düşün..
   - Bir gececik, bu gece, ne olursun!
   - Olmaz dedim ya ,işim var, geç kaldım zaten, oyalayıp durdun. Evcilik oynamıyoruz biz!
   Bu atışma sürüp durmuş, kapıyı ilk açan o olmuştu.  Çekti kapıyı sinirinden, kendisi de korktu gürültüsüne. Birkaç saniye aradan sonra kapı gene çarpıldı  aynı gürültüyle. Bağırtı dışarı taşmıştı, “
   -Gidersin!
   - Gidemezsin!
   -Ben giderim!
   Gemileri yakmıştı, eğmeyecekti boynunu. Ardına bakmadan hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yenilmeyecekti. Ünal  onun böyle bir durumda mahçup olmasına izin vermezdi.Şaka yapıyor olmasındı.. Tabi tabi şaka bu canım...
   - Yok yok ciddiydi bu adam, arkasına bile bakmıyor.
   - Offff  yaa, çocuk… Ben mi düşüneceğim hep, onun da çocuğu?
   - Kızım nerde kaldı onurun, ideallerin?


   - Nerde kaldı dayanışma tezleri? 


   - Nerde kaldı sevgi?
  
   - Kahretsin!
   -Yürü kızım, onca insan seni bekliyor. Suya mı yatacak emeklerin,  Ünal beyin kaprisi yüzünden, yürü.
   -Şaşırdın mı sen, çocuk ne olacak?
   - Bana ne biraz da babası düşünsün…


   - Babası düşünecek mi? Bu adam dünyayı kurtarmaya soyunmuş.. Hıhh ..


   - Offf eşine, çocuğuna hayrı olmayan.. Dünyayı kurtaracak, haa?


   - Salak, sen salaksın! Aklına şaşayım senin... 


   - Yavrum yalnız ne yapar? Dönmem gerek.

   -Neden hep böyle...
   -......
   Beynindeki, yüreğindeki git –gel ler ayaklarına da yansıdı, bir yürüdü, bir durdu.. bir yürüdü… Kapıya doğru geldi birkaç defa vaz geçip gitmeye yeltendi. Aklı almıyordu, düşüncelerine sığmıyordu  bu olanlar, hırsı , duyguları, öğrendikleri, kadınlığı, yenilmişliği, öfkesi, sorumluluğu, anneliği, çalışmaları, onu bekleyenler , Ünal, Ünal'a güveni ???? Bir dolu soru işaretleri çakıp dururken beyninde ayakları bir gitti bir geldi, yüreği ezildi, ezildi, küçüldü küçüldü de kocamaaan oldu.
   Çocukluğunda annesiyle radyo tiyatrolarından birinde dinlemişti bir gece, cazırtılı radyolarından; benzer bir hikayeydi  de analı kızlı çok ağlamıştılar bu hazin hikayeye.  Nasıl da aynı şeyi yaşıyordu yıllar sonra:

    Farklı nedenlerden evden çıkma savaşı veren karı- koca yenişememiş her ikisi de çıkıp gitmişti evden, ya da öyle bir şeydi. Eve geldiklerinde ağlamaktan nefesi durmuş bir bebecik buldular, cenklerinin zaferiyle.
    Orada zafer naraları kimin payına düşmüştü  bilinmez ama, çok ağlamıştı hikayedeki çocuğun akıbetine, çocuk yüreğinin dayanamadığı bu oyun hikayenin bebeğinin gerçeği şimdi kendisinindi.
   Ezilen yüreği, ufaldı ufaldı ufaldı da büyüyüverdi birden, sevgi doldu. O anneydi. Nasıl bırakıp da giderdi yavrusunu. Ayakları hızlı adımlarla geri döndü. Evine varmanın huzuru, eşinin oynadığı yaşam oyunu, bu oyunun hakikatliği, ele karşı herkesten çok hak savunucusu olduğu, evinde ettiği hak ihlallerini başkaları için hak diye  istemesi, kendi iç dünyalarında en can insanının özgürlüğüne ket vururken dış dünyada herkesin özgürlüğü için savaş vermesinin sahteliği ve bunların yapaylığını tüm çıplaklığıyla bu gece farkedişinin verdiği onulmaz acı, hemcinsleri için verdiği mücadelenin içine kendinin de düştüğü, isimsizleşen kadınlığı, gururu, anneliği, yenilgisi,  bebeği, ille de anneliği.. gidip  gelen gelip de anneliğine dayanan düşünceler içinde kapının ağzında durdu durdu , dizlerinin bağı çözülmüş, aklı tutulmuştu,yaşamınca ezber ettikleriyle, yaşadıklarını, ezberlerin yaşamla örtüşmediğini, söylemlerin yaşamda uygulanmadığını, herkeslerden çok yavrusunun kendisine muhtaçlığını düşüne düşüne oracığa  öylece çöküverdi…

                                                                               08.03.2012
                                                                           Günay UZUNER

7 Mart 2012 Çarşamba

hep çocuk kalmak


                                           keşke kardeşin yaşasa mıydı
                                           yalandan ölen 
                                           hep çorbasına kozunu serpeleseydin
                                           tuz niyetine
                                           keşke tekmeleriniz büyüdükçe güçlenip
                                           masayı devirseydi
                                           keşke keşke bir kardeşin olsaydı
                                           hayal değil de
                                           kıskançlığın denizinde
                                           debelenseydiniz birlikte
                                           şortlarınızı tutturduğunuz çengelliler
                                           etlerinize batsaydı
                                           kavlansaydı akan kan damlalarıyla
                                           yüreğinizdeki ateş
                                           sarmaş dolaş olsaydınız
                                           boğuşurken yerlerde
                                           ağlaşırken kahkahalar koyverseydiniz
                                           yerle göğe sığmayan

                                            keşke bi kardeşin olsaydı
                                            düşlerden ırak
                                            olsaydı da dişlerinizi geçirseydiniz birbirinize
                                            omuz verseydiniz diş bileyenlere
                                            çocuk kalsaydınız keşke
                                            bir küs bir barışık yaşasaydınız gönlünüzce...
                                            ömrümüzü şen edecek boy boy kardeşlerimizle
                                            ahh keşke  hep çocuk kalabilseydik, keşke...

                                                                                      06.03.2012
                                                                                  Günay UZUNER

not:fil ayaklı fare bloğunda sasely tarafından yayınlanan "mutuluk pratikleri" başlıklı yazıya göndermedir

5 Mart 2012 Pazartesi

TÜRKÜLER SUSMAYACAK


                              Yeryüzünü alev sardı

                              Gökyüzüne yıldız yağdı

                              Yıldızlar parlak şimdi.

                              Çaldı Sivas elinde sazlar

                             Aktı  Dünya’ya türküler

                             Karanlık etrafı sardı

                            Yeryüzünü ateş aldı

                            Ateş türküleri yaktı

                           "Sivas ellerinde sazım çalınır" oyy

                           "Türküler yanmaz

                                    Türküler yanmaz"



                          Dünyayı alev sarar

                         Türküler yankılanır

                         Yıldızlar göğe ağar

                         Türküler yankılanır

                         Ağarır karanlık oyy

                         Gecemde gökyüzü parlak

                         Sazlarım sonsuzaca çalacak

                         Yıldızlar karanlığı boğacak

                         Gökyüzünden türküler yağacak oyy

                               Gökyüzünden türküler yağacak…


                        Kaç kış, kaç bahar,
                      
                        Kaç yaz, kaç güz
                      
                        Gelip geçecek belki?
                
                       Zaman duracak belki,
            
                       Belki de aşınacak zaman
             
                      Türküler susmayacak oyy

                          Türküler susmayacak


                                               02.07.2006

                                           Günay UZUNER


FBM blogerleri arasında yapılan "kaç" konulu yarışma için düzenlenmiştir.