Bir şey mi işitmişti? Ne zamandır burada oturuyordu böyle, uzun uzadıya bir düşündü … Sanki kendinde değildi. Takatsizdi. Başı boz bulanık bir şeydi ne ağrı vardı , ne de dingindi. Ses ses geliyordu. Ses derinden, kısık ve iniltilerle geliyordu. Ağlıyordu evet evet. Ses ağlama sesiydi O burada öyle oturmuş elindeki çantanın sapını bileğine dolayıp durmuştu. Ne vakittir böyle, giyinmiş halde buradaydı, bu kapı eşiğine yığılmış oturuyordu, düşündü…
-Aman Allahım çocuk!
Çantanın sapından kurtuldu önce, fırlattı bir kenara öfkeyle, sendeledi içeriye giderken. Elinin tersiyle burnunu sildi. Bebeğinin odasına yöneldi. Göz yaşları sel olmuştu, tutamıyordu.
-Ya çoktandır ağlıyorsa bu çocuk? Eyvah! dedi kendi kendine.
Acemice yürüyor , koşmaya çalışıyor, yolluk ayağından kayıyor, ne yapacağını bilmezcesine içeri yürüyor, yürürken de ne zamandan beri eşikte anlamsızca oturduğunun muhasebesini yapıyor, suçluluk duygusu benliğini sarmalıyordu. Sanki bu eve ilk defa gelmişti , bir türlü çocuğunun odasına varamıyordu.
Olanları hatırladı birden, canı sıkıldı fena halde. Hezimet koyuyordu çok ama suçluluk daha ağır basıyordu.
- Geldim yavrum! deyip bir hışım aldı bebeğini beşikten; Hiç basmadığı kadar sıkıca bastı bağrına.
- Özür dilerim bebeğim, çok özür dilerim, bak anne burda bi tanem! deyip deyip öpüp durdu bebeğini.
Ne yapmıştı, nasıl yapmıştı da bebeğini ağlamaya terk etmişti, ufak bir derin nefes almasına içi giden kendisi değil miydi?
Şimdi kendisi de ağlamaktaydı yavrusuyla katıla katıla. Hayli bir zaman ağlaşıp durdular analı kızlı. Yetmişti bu gamlı düet kederleri, öfkeleri dağıtmaya.
Çocuğu kucağında kalktı yerinden usulca burnunu çekiştirerek. Mamasını hazırladı, doldurdu biberonuna tüm ezikliği, pişmanlığıyla dayadı bebeciğin ağzına, en güzel ninnilerini seslendirdi bu gece özür cinsindendi büyük bölümü. Ana ninnisi mamadan da tatlı gelmişti Ceren bebeğe, tatlı bir uykuya daldı yanağına bir gülümseme kondurarak. Ürkütmeden öptü öptü öptü annesi. Ne yapacağını , suçluluğunu nasıl hafifleteceğini bilemiyordu.
Epeyce bir zamandır titiz bir çalışmanın içindeydi bir grup arkadaşıyla. Toplumsal sorumluluk projesiydi yürüttükleri. Kendisi de yöneticisiydi bu duyarlı projenin, o planlamış, organize etmişti projeyi. Bu akşam bu çalışmayı hayata geçirmenin ilk adımını atacaklardı. Dayanışma gecesine bir çok hatırı sayılır kişi, gönüllü kuruluşlar davetliydi, basın da. Açılış konuşmasını yapacaktı o. Bunları düşününce öfkeyle yumruğunu savurdu duvara. Acısına aldırmadı canının. Hazmedemiyordu olanları bir türlü. Ama Ceren, Ceren gelince aklına pişmanlık gelip çörekleniyordu gönül tahtına. Oysa yüreği, duyan, gören fedakar bir yürekti. Gönlünde hep muhtaçlara destek, kimsesizlere yarenlik yatmaktaydı.
Bu kadar aciz olabildiğine şaşırdı. Halbuki yüzlerce insanı yönetiyor, dağ gibi işleri bir çırpıda kolaylayıveriyor, her yere, herkese yetiyordu.
İki yıldır evliydi. Eşini dört yıldır tanıyordu. Tanımış olduğunu sanıyordu. Ne de güzel anlaşırlardı. Her yere birlikte giderlerdi; el ele, güle söyleye. Aynı idealler birleştirmişti onları. Aynı derneklerde çalışmıştılar birlikte, aşkla, şevkle herkeslerin yardımına koşmuşlardı birlikte. Bu özellikleri taşıdığı için çok da takdir ederdi sevdiği onu. Bunun için sevmişlerdi birbirlerini, insanları sevdikleri içindi tutkuları birbirlerine, aynı yolun yoldaşıydılar.
Bu gece için hiç tereddüt etmeden hazırlandı. O epeydir yoğunlukla hazırlandığı, her iş dönüşü olup biteni bir yandan yemek hazırlayıp bir yandan heyecanla eşine anlattığı bu çalışmanın gecesini bilen eşinin gitmesine engel olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir gecelik de olsa evladına bakabilecek birini bir dostu elbette ayarlayabilirdi.Bakıcıya bile söylemedi kalması için. Herkesten çok güvenliydi bu konuda.
-Dernekte toplantım var, dedi eşi; kalamam.
- Ünal biliyorsun bu gecenin önemini.
- Eeeeeh ! Sen gitmeden de yürür o işler.
- Hep sen çıkıyorsun, senin önceliklerin var hep!
İnanamıyordu, şaka olmalıydı bu. Güven peki güvene ne olmuştu?
- Ünal, ne olur, gitmem gerekli!
- Benim de gitmem gerekli!
- Çocuk ne olacak?
- Sen düşün..
- Bir gececik, bu gece, ne olursun!
- Olmaz dedim ya ,işim var, geç kaldım zaten, oyalayıp durdun. Evcilik oynamıyoruz biz!
Bu atışma sürüp durmuş, kapıyı ilk açan o olmuştu. Çekti kapıyı sinirinden, kendisi de korktu gürültüsüne. Birkaç saniye aradan sonra kapı gene çarpıldı aynı gürültüyle. Bağırtı dışarı taşmıştı, “
-Gidersin!
- Gidemezsin!
-Ben giderim!
Gemileri yakmıştı, eğmeyecekti boynunu. Ardına bakmadan hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yenilmeyecekti. Ünal onun böyle bir durumda mahçup olmasına izin vermezdi.Şaka yapıyor olmasındı.. Tabi tabi şaka bu canım...
- Yok yok ciddiydi bu adam, arkasına bile bakmıyor.
- Offff yaa, çocuk… Ben mi düşüneceğim hep, onun da çocuğu?
- Kızım nerde kaldı onurun, ideallerin?
- Nerde kaldı dayanışma tezleri?
- Nerde kaldı sevgi?
- Kahretsin!
-Yürü kızım, onca insan seni bekliyor. Suya mı yatacak emeklerin, Ünal beyin kaprisi yüzünden, yürü.
-Şaşırdın mı sen, çocuk ne olacak?
- Bana ne biraz da babası düşünsün…
- Babası düşünecek mi? Bu adam dünyayı kurtarmaya soyunmuş.. Hıhh ..
- Offf eşine, çocuğuna hayrı olmayan.. Dünyayı kurtaracak, haa?
- Salak, sen salaksın! Aklına şaşayım senin...
- Yavrum yalnız ne yapar? Dönmem gerek.
-Neden hep böyle...
-......
Beynindeki, yüreğindeki git –gel ler ayaklarına da yansıdı, bir yürüdü, bir durdu.. bir yürüdü… Kapıya doğru geldi birkaç defa vaz geçip gitmeye yeltendi. Aklı almıyordu, düşüncelerine sığmıyordu bu olanlar, hırsı , duyguları, öğrendikleri, kadınlığı, yenilmişliği, öfkesi, sorumluluğu, anneliği, çalışmaları, onu bekleyenler , Ünal, Ünal'a güveni ???? Bir dolu soru işaretleri çakıp dururken beyninde ayakları bir gitti bir geldi, yüreği ezildi, ezildi, küçüldü küçüldü de kocamaaan oldu.
Çocukluğunda annesiyle radyo tiyatrolarından birinde dinlemişti bir gece, cazırtılı radyolarından; benzer bir hikayeydi de analı kızlı çok ağlamıştılar bu hazin hikayeye. Nasıl da aynı şeyi yaşıyordu yıllar sonra:
Farklı nedenlerden evden çıkma savaşı veren karı- koca yenişememiş her ikisi de çıkıp gitmişti evden, ya da öyle bir şeydi. Eve geldiklerinde ağlamaktan nefesi durmuş bir bebecik buldular, cenklerinin zaferiyle.
Orada zafer naraları kimin payına düşmüştü bilinmez ama, çok ağlamıştı hikayedeki çocuğun akıbetine, çocuk yüreğinin dayanamadığı bu oyun hikayenin bebeğinin gerçeği şimdi kendisinindi.
Ezilen yüreği, ufaldı ufaldı ufaldı da büyüyüverdi birden, sevgi doldu. O anneydi. Nasıl bırakıp da giderdi yavrusunu. Ayakları hızlı adımlarla geri döndü. Evine varmanın huzuru, eşinin oynadığı yaşam oyunu, bu oyunun hakikatliği, ele karşı herkesten çok hak savunucusu olduğu, evinde ettiği hak ihlallerini başkaları için hak diye istemesi, kendi iç dünyalarında en can insanının özgürlüğüne ket vururken dış dünyada herkesin özgürlüğü için savaş vermesinin sahteliği ve bunların yapaylığını tüm çıplaklığıyla bu gece farkedişinin verdiği onulmaz acı, hemcinsleri için verdiği mücadelenin içine kendinin de düştüğü, isimsizleşen kadınlığı, gururu, anneliği, yenilgisi, bebeği, ille de anneliği.. gidip gelen gelip de anneliğine dayanan düşünceler içinde kapının ağzında durdu durdu , dizlerinin bağı çözülmüş, aklı tutulmuştu,yaşamınca ezber ettikleriyle, yaşadıklarını, ezberlerin yaşamla örtüşmediğini, söylemlerin yaşamda uygulanmadığını, herkeslerden çok yavrusunun kendisine muhtaçlığını düşüne düşüne oracığa öylece çöküverdi…
08.03.2012
Günay UZUNER
yalandan ölen
hayal değil de
düşlerden ırak
olsaydı da dişlerinizi geçirseydiniz birbirinize
omuz verseydiniz diş bileyenlere
bir küs bir barışık yaşasaydınız gönlünüzce...
ömrümüzü şen edecek boy boy kardeşlerimizle
not:fil ayaklı fare bloğunda sasely tarafından yayınlanan "mutuluk pratikleri" başlıklı yazıya göndermedir