12 Eylül 2013 Perşembe

GİDİŞİN

     Hiç bu kadar ıssız olmamıştı İzmit, bu kadar karanlık üstelik. Eve doğru yol alıyorum gecenin kör karanlığında, günü bölen saatin orta yerinde, yapayalnız.
     Arkamda gözlerin yok, köşebaşından da çıkmayacaksın biliyorum, tanıdık birileri de görüp söyleyemeyecek, duymayacaksın yaptıklarımızı birilerinden…Senin çok gözlerin çok kulakların vardı hani nerdeler şimdi? İzmit çok tenha, çok da karanlık şimdi…
     Hep “ya görürse, ya duyarsa” diye kötü eylemlerden, söylemlerden uzak durduk, senin onurlu gezmen, başını her daim dik tutman içindi çabalarımız, arkamızda gözlerimiz vardı, köşebaşlarını önceden kestirirdik. Sokaklar bi kalabalık bi kalabalıktı ki, hep de senin tanıdıkların, hiç akrabamız yokken İzmit’te ne de çok tanıdığın vardı.
     “Siz öğretmen çocuğusunuz, ele güne karşı babanızın başını eğmeyin” diye diye tembihlerinin ardı arkası kesilmezdi annemin, tehditleri de cabasıydı kızdığı vakit; “Babanız görmesin,duymasın” Kendince terbiye yöntemiydi belki de… Oysa onun yüce değerleriyle şekil aldık, farkında bile değildi; hem sen hiç kızmazdın ki bize, korku da değildi bizimkisi ya sevgimizin bir ifadesi, zaten annemin silahıydı bütün bunlar...
      Sokaklar dolu doluydu hep, adım başı bir tanıdık yanı başımızda,ardımızda, mümkün müydü yaramazlığımız, çocukluğumuzun oyunlarında bile ruhumuzdaydı adamlığımız.
     İlk zayıfımdı, iki almıştım fizikten, çoktaaan duymuşsundur diye gün içinde sahte sancılar tutuvermişti beni; öğretmenlerimin de tanıdığıydın, hep Adem Beyin kızıydım, rolüm de yaşamda senin kızın gibi yaşamaktı, her birimiz de öyle yaşadık, başını eğmedik hiçbir vakit, öyle de söylemişsin hoşnutça,  gitmezden..
      Sen bizleri anneme emanet edip  toplumsal sorunlarla mücadele ederken biz de gerekeni yaptık, sana layık erdemli evlatlar olduk. İyi insan olma yolunda adının gölgesinde ilerlerken,  gölgen üzerimizdeydi hep, belki de özümüzde iyi insanlık vardı, annemin tembihleri de rehber olup  bizi sapmalardan kurtardı.
     Kendin için yaşamadığın gibi, kendimiz için yaşamamayı öğrettin, emeğin en yüce değer olduğunu, onurlu yaşamanın asıl olduğunu, borçlu gezmemeyi, kinin nefretin, hasetin çirkinliğini,  biz kavramıyla bütünleşmeyi, özgürlüğümüzün yanı sıra tüm insanlığın mutluluğu için de çabalamayı , çağdaş yaşamın gerekliliklerine, vatanımızı sevmeyi de sen öğrettin. Çok konuşmasan da bizimle yaşam biçimin örnek oldu hepimize ve biz büyüdük..
    Eve yaklaştım şimdi, bak lamban da sönük.Biliyorum yoksun evde, yıllardır evden çıkamadın hiç,işkenceydi bu senin için, bu akşam yoksun, yarın da, öteki öteki yarın da olmayacaksın biliyorum . Oysa bu saatlerde ilacını alır, yıllardır bütünleştiğin makineni çalıştırır olurdun. Işığın sönük baba… Karanlığa boğup gittin ışığını da mı götürdün beraberinde...
      Büyüdük artık, yaramazlık yapmayacağız diye görecek olanlar, duyacak olanlar da çekilmiş evlerine ;
      İzmit bi tenha bi tenha, karanlık da üstelik, ben de yalnızım hem de yapayalnız ... Odanın lambası da yanmıyor, Sana gelen  ışığın mezarında nur  olsun; bizi her vakit ki gibi anneme emanet edip de gittin, duaların ona güç kuvvet olsun, Rabbim ona sabır, huzur,sağlık, sıhhat, uzun ömürler versin... Mekanın cennet olsun, başını hep dik tut, merak etme büyüdük artık, Melekler şahidimiz olsun…
                                     
                                                                      Günay UZUNER YILDIZKAN
                                                                             06.09.2013

      

23 Mart 2013 Cumartesi

ÇOK SEVİYORUM BAYRAĞIMI Söylemek İcap Etti Bu Defa


    Bayrağımızı çok seviyorum… Şoven duygularım depreşip duruyor tüm bayrakların en güzeli diye düşündüğümde de, içim ısınıyor ne yalan söyleyeyim ona dokunduğumda.. Öyle ya var mı daha güzeli.. O benim özgürlüğümü, özgür olma isteklerimi, kısıtlanma hallerimi, tutsaklığımı özgürlüğün onurla özdeştiğini yaşatıyor içimde an be an.   
 

    Hele de hikayesini eşsiz buluyorum.. Doğuş söylencesi dilden dile kuşaktan kuşağa sürüp gelmiş  büyülü bir efsane diyebilirim. Efsane diyorum ya bu gün Stellarium Programının Planetarium Programı  Kosova Savaşı’nın (28 Temmuz 1389)  koordinatlarına ayarladığında göle yansıyanın Ay ile Jüpiter Gezegen’inin Güneşten aldığı yansımalarla beş köşeli yıldız görünümünde olduğunu apaçık gösterdiği bayrağımızın yaradılış destanını kanıtlamaktadır. İşte  bu efsanenin  efsunuyla gururum pekişip devleştiği anlar çok olmuştur, kendimi bildiğimden bu yana.

  
   Cumhurbaşkanlık binasında, mecliste, başbakanlıkta, valilik binalarında, kaymakamlıklarda dahası devleti temsil eden her yerde,halkımız eşit diye, konsolosluklarda, ateşeliklerde, Birleşmiş Milletler binasında özgür ülkeyiz diye dış ilişkilerde biz burdayız diyedalgalanıyorsa bayrağımız görünürde millet adına bir sorun yoktur ve bu ülkenin özgürlüğünü simgeler bayrak..

   
     Ulusal Kurtuluş Günlerinin yıldönümlerinde baş tacımız olmalı bayrağımız yüreklerimizde olduğu gibi her zaman.. Olmazsa olmaz!
 

    Ülkende yaşarken bayrağın sürekli elinde dolaşıyorsa özgürlüklerimizde bir sorun vardır diyebiliriz. Çamaşır mandallarıyla   kopuk düğümlü kirli çamaşır iplerine , paslı balkon demirlerine gelişi güzel tutturulmuş , asıldığı yerde yıllanmış, kirden tozdan kararmış, rüzgardan yırtılıp uçları püsküllenmiş, yağmur, sıcak, soğuk, rüzgar derken lime lime olmuş bayrağımız bizim mi bayrağımızın mı özgürlüğünü sembolize ediyor bilemiyorum. Kime neyi kanıtlıyoruz anlamıyorum… Bu ısrarcı tutumumuzla Bayrağımızı esir aldığımızın farkında değil miyiz, şoven duygularımızın bizi esir aldığı gibi..
 

   Seçim arenalarında mitinge gelenlerin ellerine tutuşturulan bayrakların şahitliğinde söylenen yalan vaatleri sarf ederken varlığının, değerinin farkında mı ki siyasiler, resmi olmayan bir kutlamanın coşkusunda yokluğunu fark edebilip sorguluyorlar bayrağımızın. Varken yok saymak kadar suç var mıdır ki; bu ağır suçu işleyenler  yokluğunu  sorgulayabiliyorlar yalandan…
 

    Elbette Bayrak bir askerlik ritueli için en önemli unsur olmalı, lakin asker uğurlamalarına şöyle bir göz atarsak Bayrağımızın o coşkulu gençlerin elinde , boynuna bağlı uzunca istençsiz de olsa yerde sürüklendiğini üzüntüyle görebiliyoruz, uyar da bi gör bakalım...
 

    Bir maçta elinde Bayrak sallayan fanatik taraftarın ağzında küfürler savurarak bayrağımızı sallaması bayrağımızın asaletine gölge düşürmüyor da nedir, hele de bir kavga anında bayrağı avuçlayıp sopalarıyla birbirlerine girişmeleri yok mu sözüm ona  o çok sevenlerin, üzüntüyle öylece seyreyliyoruz biz de...
 

    O kadar seviyoruz ki bayrağımızı arabamızın arka camının önüne fon yapıyoruz ne ala  sonra da elimizde ne varsa fazlalık ya da inince çöpe atılacak çer çöp hiç düşünmeden üzerine şöyle bir fırlatıyoruz oturduğumuz yerden..ne yazık...
 

   Ulusal Bayramlarda çocuklarımızın eline tutturduğumuz bayraklara bayram bitince bir bakalım tören alanında kaçımızın ayakları altında veya bayrak motifli balonların tekmelerimizle oynaşıldığı , patladığında yerde öylece kalıp adımlarımızla ezilmeye maruz kaldığı… Ya da bayrak törenlerinde yapılan saygısızlıklar ve görmezden gelmeler…
 

   Örnekleri o kadar çok ki.. Bayrağımızı hoyratça kullandığımızın saymakla bitmez…
  

   Bayrakların anlamını özümsememiz gerekiyor.  Bayrak önce kendimizi, ulusal varlığımızı, İnsanlık onurunu , Özgür Ülke oluşunu ülkemizin, burada yaşayan insanların barış, refah, bolluk- bereket içinde mutlulukla özgürce yaşadığımızı sembolize ediyor. Onu şahlandıran insanların emeklerini,  canlarını ifade ediyor.Bayrağımıza değer veriyorsak eğer önce bu değerlere sahip çıkmalı , saygı göstermeliyiz. Ülkenin yönetimini devralınca da  yabancılara peşkeş çekmemeliyiz.
                                                                               

    Ben bayrağımızı çok seviyorum.. görüp görebileceğim en güzeli bayrakların..  Onu ancak yurt dışına çıktığımda kendimi tanımlamak için yanımda taşırım beni tanısınlar “Ben Türküm !”diye.. Sınır kapılarında görmek isterim. Burası benim ülkem , dünya alem bilsin diye.. bütün resmi binalardaki gönderlerde görmek isterim bütün halk bu bayrak altında eşittir diye., yurdumun en yüksek tepelerinde özgürce salınsın isterim, özgürlüğümü hissedeyim diye… Özgürce salınsın ki o bayrağın özgürlüğü uğruna can veren şehitlerimiz de ;  “Ecdadımız çok mutlu”  deyip  rahat uyusunlar isterim  cennetlerinde…
 

   Ben bayrağımızı çok çok çok seviyorum, bunu kendi ülkemde barış ortamında kimseye kanıtlamaya ihtiyacım yok, kimseyi de sorgulamaya.. Kutsal değerlere sevgi yürekte yaşanır, davranışlara yansır.. Marifet onu elde gezdirmek değil özgürce dalgalanmasının ve gölgesinde yaşayanların barış içinde kardeşçe, huzur ve mutlulukla yaşamasının  mücadelesini, gerektiğinde de göz kırpmadan bu değerler uğruna canını vermektir.
 

  “ Nevruz Günü” alanlarda Türk Bayrağı’nın yokluğunu sorgulayanlar, bir pop konserinde bayrağın yokluğunu neden sorgulamazlar ki. Bir yılbaşı kutlamasında veya… Bir parti toplantısında ya da… Topluca gittikleri kamplarda…   Dinsel  ayinlerde … Oy için kalabalığa karıştıklarında, çarşı Pazar dolaştıklarında… Amerika’daki villalarında ya da… Ya da ya da Bayrağın en kutsandığı en büyük ulusal bayramda Cumhuriyet Bayramında bayrağa yapılanları , bayrağın temsil ettiği halka saldıranları, bayrağımızın boyalı gazlarla boyandığını , yerlerde sürüklendiğini, kendilerinin oradaki , bayramlardaki  bayrak geçitlerinde yokluklarını neden görmezler, sorgulamazlar?
    

      Biz bayrağımızı ve varlığımızı yeniden kanıtlama ihtiyacında mıyız ki hele de kendimize, yokluğunu sorguluyoruz, Türkiye Cumhuriyeti olarak baharın gelişini kutladığımız  eğlence olarak gördüğümüz bir günde. Yoksa Diyarbakır valiliğinin gönderinde , Güneydoğu sınırlarımızda  bayrağımız dalgalanmıyor muydu?   
    

     Ergenekon Destanında bolluk bereketlik aramak için yollara düşmüştü Türk Halkı, kıtlıktan yokluktan kaçarak Anadolu’ya gelmişti. Ergenekon’dan  çıkışın yıl dönümüydü bir bakıma Nevruz Türklerce… Aradığımız bereketli topraklara kavuştuk çok şükür, çok şükür de bereketini ne kadar üleşebiliyoruz birlikte düşünülür.. ne kadar doygunuz hepimiz, Anadolu pastasından hepimize pay düşüyor mu, ne kadar? Bizim insan severliğimiz, dostluğumuz, aç yatan komşumuz olduğunda üzüntüden uyuyamayan hassasiyetimiz, birileri ağlarken gülmeyen gönüldaşlığımız, dahası  özgürlük tutkumuz nerde?
 

   İnsanlar kendilerini nasıl ifade ediyorlarsa öyle ifade etmeliler, nasıl eğlenmek istiyorlarsa başkalarına zarar vermeden öyle eğlenmeliler.. Bizde başkalarının her hareketine müdahale tavrı ve haklılık payı fazlaca gelişti.. Türk olmayanlara devletin dayattığı “ Türksün!” kimliğini biz de halk olarak dayatmaya başladık. Çok da çabuk unuttuk asırlardır dostluk, kardeşlik ve barış içinde huzurla yaşadığımızı… Herkes ulusal kimliğinin üstünlüğünü savunur kendi ırkından, ulusundan başkalarının yaşamaya iyi yaşamaya hakkı olmadığını savunur oldu.   Oysa asıl olan ulusumuzun üstün niteliklerini yaşamak ve yaşatmaktır.
 

    Ben Türküm.. Bir Gürcü ile evli bir  Türküm. Türk olmakla gurur duyan bir Türküm. İlk öğretmenlik yıllarımı Diyarbakır’da Kürtler’in dostluğunu paylaşarak yaşadım.  Çok kürt komşum, arkadaşım oldu; ve de laz, ve de Gürcü, ve de Çerkez, ve de Abhaza, tabiî ki de Türk…Söylemem gerektiğinde her daim söylemekten de gurur duyuyorum  Türk olduğumu .. Yaşantımca edindiğim “Türk olma “ erdemlerini yaşamaya, davranışlarımla yansıtmaya hep özen gösterdim. Bu günümüzde yaşamamızı sağlayan aziz şehitlerimizi her an saygıyla andım, gazilerimize saygılarımı , şükranlarımı ifade ettim…Değerlerimizi o kadar  güzel ve doğru yaşadım ki Türklüğümü kanıtlama ihtiyacını hiç hissetmedim…  
 

    Ben Türküm, Ülkemi, Halkımı, Bayrağımı çok seviyorum.. Yalnızca ülkemdeki  değil, Dünya’daki bütün insanları seviyorum.. Nerede ezilen bir halk varsa kendimi onların kardeşi görüyorum.. “ Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganını şiar edinerek kendi halkımın ezenden yana değil ezilenden yana güçlü bir halk olarak ; yürekten  sevdiğim güzel bayrağımızın altında ilelebet özgürce yaşamasını , gölgesinde hiçbir gözü yaşlı, aç, tutsak,düşünmeyen, cahil, mutsuz, kavgalı insanın olmasını istemiyorum…
 

     Tüm Asya Halklarının Kutladığı Nevruz Gününde “Senin bayramın, Benim bayramım” çekiştirmesinden uzak, aynı topraklarda, aynı güneşin altında yaşayanlar olarak önemli olanın; kardeş kavgasına son verilerek yeniden aynı sofralarda yemek yiyip, el ele,  türkülerimizi  coşkuyla söylerken, aynı ateşin üstünden gülümseyerek hep birlikte atlarken elimizdeki güllerle barışa el sallamak, özgürlük türkülerini gökyüzüne uçurarak bayrağımızı Yurdumuzun semalarında coşkuyla dalgalandırmaktır.. İşte o zaman kuşlar da bizi görünce ürkmeden kanatlanıp  gönüllerince şakıyarak  kanat çırpacaklar gökyüzünde  bayrağımızla birlik…

 

                                                                                   23.03.2013
                                                                               GÜNAY UZUNER

21 Mart 2013 Perşembe

BUGÜN


Bugün bugün çok şeylerin 

Çok da güzel şeylerin günü;

 Bu gün 21 Mart,

 Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele Günü, 

Ormancılık Günü (Ağaç Bayramı),

Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü,

Dünya Şiir Günü,

Dünya Uyku Günü,

Ekinoks Günü,

 Baharın başlangıcı,

Bugün Newroz,

Bugün Nevruz..

 Bu gün; YENİ GÜN

 YENİ YENİ UMUTLAR YEŞERSİN

 HEPİMİZ İÇİN

TÜM DÜNYA İÇİN 

HER YANDA BARIŞ AĞAÇLARI

 ÇİÇEKLER AÇSIN

ŞAİRLER DİLE GELSİN DE 

BARIŞ ŞİİRLERİ

 DÖRT BUCAĞINDA  DİLLENSİN DÜNYANIN

HERKES EKİNOKS OLSUN 

GECEYLE GÜNDÜZÜN KARDEŞLİĞİNDE...

KUŞLAR DA ŞAHİDİMİZ OLSUN


21 MART 2013
GÜNAY UZUNER


GECEYLE GÜNDÜZÜN KARDEŞLİĞİNDE...

26 Şubat 2013 Salı

YİĞİTÇE BİR SEVDA


Yiğitçe bir sevdaya tutulmuş
Bizim oğlan Yiğit oğlan
Boyuna posuna bakmadan
Birçe de Birçe 
İllaki Birçe
Der dururmuş gündüz gece

Birçe de has kız, güzel kız
Tüm delikanlıları peşinde okulun J
Tabi Yiğit’in sevgisi başka, bambaşka…
Oturur kalkar adını anar dururmuş
Attığı her adıma Birçe’yi de kondururmuş
Onun için yeşiller giyinir
Mutluluğu çimenlere yazarcasına
Adı geçtiğinde Birçe’nin
Masum bir utangaçlıkla yüz kızarır
Çapkınca bir bakış atarmış
Gök gülümsermiş o güldükçe,
Köpürürmüş coşkuyla dalgaları denizin
 Güneş haziranımsı  ışıldarmış…

Bulduğu her fırsatta yanında kurulurmuş kızımızın da
 El yordamıyla “Bak müdür teyze” diye bir işaret çakarmış
Ve böylece  bizi de  aşklarının biricik şahitleri yaparmış  
Sorulması gerekmeden Birçe ‘ye
Sorulacakları   peşin peşin  kendisi yanıtlarmış
Çünkü Birçe de onu çoook  pek çok severmiş.

Bu sevda okul sevdasıyla örtüşmüş Yiğit oğlanın
Üç günlük okul  dörde, beşe çıkarmış
Zaman bir türlü geçmezmiş tatilde
Vuslatı iple çekermiş …

Dilinde gönlünde Birçe’nin sevdası
Gözünde başka güzellerin edası
 İlle de Birçe der dururmuş amma
Meğerse bizim oğlan pek bi çapkınmış
Birçe nazlanıp dururken
Leman’ın cazibesine de
Dayanamazmış

Birçe'nin nazı uzadıkça 
Yiğit aşık
"Leman'a giderim bak!" der, der de  dururmuş :) 


                                       26.02.2013
                                   GÜNAY UZUNER


                  

24 Şubat 2013 Pazar

camekanın ardında


Dokunamadan
 
Bir camın ardından

Çocukluğunu seyreylemek…

Aramaya koyulduğun bir müzede çocukluğunu

Üçlü dörtlü beş altılı yaşlardaki bir grup çocukla…

Anılar dizi dizi geçerken gözlerinin önünden

Tatsız tuzsuz bir halet içindesindir

Masal mıydı

Bir vardı da iki mi yoktu
 
Eksik olan neydi ki bu hal çöktü üzerine...
 

Kırlara uzanıp

Gökyüzünün sonsuzluğunda

Pamuk şekerimsi  bulutların devinimlerine bakıp bakıp

Sonsuz hayaller kurmak, dolaşmak oralarda  onları avuçlamak,

Yıldızları sayıp sayıp fal tutmak

Eksik olandı galiba 
 

Ben şimdi camekanın ardındaki oyuncaklara  çocukluğuma dokunamazken

Onlar da hayallerimize çocukluğumuza dokunamamıştılar oh ya.
 

Kimi bakkalın camında takılıydı seyrederdik

Kimi kardeşinin arkadaşınındı  ve kendinindi

 Ellerdik..
 

Ellerdik topu topu üç beş plastik oyuncak.

Bir arap bebeğim eksik aralarında

Hani kara plastikten elleri kolları bacakları bedenine yapışık olan başında şemsiyesi

Yavuz abim bıçakla ayırmıştı bacaklarını birbirinden de ne çok ağlamıştım

Deli derdik ya ona bizden akıllıymış oysa taklidi aslına benzeten.
 

Nesneler  olaylar akılda takılı kalmış da

Özneleri yok asıl

Oyunun oyuncağın paydaşları akılda

Oysa hep oyuncakla oynamazdık azdı ki onlar,

Kırlar sokaklar hep bizimdi

Bizimdi hayallere yolculuklar

Nerdesiniz siz ey arkadaşlar

Nerdesiniz oyunlarımın oyuncaklarımın paydaşları?
 

Hep mutluyuz

Dizler koşuşup düşmekten yara bere içinde

Kanımızı tozla katıştırıp  ağlıyoruz

Birbirimizin yaralarını sarmalıyoruz

Ama mutluyuz ayrılamıyoruz birbirimizden

Hangi ara oyuna ara verdik de ayrı düştük

 Camekanlar girdi oyuncaklarla oyunlarımızın arasına

Ya şimdi şimdi oyun arkadaşlarım şimdi nerelerdesiniz,

Nerelerdesiniz hayallerimizin yoldaşları?
 

Şimdi camın ardında seyreylerken çocukluğunu

Bir kağıt kayığı itivermek geliyor içimden camı delip

Bir şeytan uçurtmasının ipinin ucundan tutuvermek

Çocuklar beni görmeden  usulca

Bir eriğin dalına uzanıp erik çalmak…
 

Akşam uykumuzla gelirdi

Güneş bizi beklerdi uyandığımızda oyuncaklarımız kapıda

Oynardık oynardık gün uzar gider  hiç bitmezdi

Bu sonsuzluk şimdi neden camın ardında

Neden dokunamıyoruz şimdi onlara camın ardı çok mu uzaklarda?
 

Oyuncakları bol olan bir grup çocuğu oyuncak müzesine götürdük dün

Oyuncakları görüp tanısınlar geçmişle bağ kurabilsinler diye

Çocuklar da “Bunu isterim, şunu isterim!” diye tuttururken

Tek diyebildiğimiz: “ Biz küçükken onlarla oynardık, onlar ellenmez!”oldu.
 

Ben şimdi camekanın ardındaki oyuncaklara  çocukluğuma dokunamazken

Onlar da hayallerimize çocukluğumuza dokunamamıştılar oh ya... :)))))

 

                                                                                     15.02.2013
                                                                                  Günay UZUNER
 
   Oyuncak Müzesinde  1960- 1970'li yılların Türkiye oyuncakları, Bir çoğuyla oynadım, yüzde doksanı erkek oyuncağı olmasına karşın, kızların oyuncakları ne yazık ki salt bebeklerden ibaret, ama benim elleri,kolları, bacakları bedenine yapışık Şemsiyeli Arap bebeğim içlerinde yok ne yazık   :((((
 

 

22 Şubat 2013 Cuma

HARMAN YERİ


     Gönüllü dua öğreticimiz Mehmet Dedenin  verdiği teneffüs arasında en zevk aldığımız oyunlardan birine koşuştururduk on dakikalık da olsa. Dövene binmek çok müthiş bir şeydi. Üzerindeyken buğdayları tanelerine ayıran dövene yapışık çakmak taşlarını hissederdik adeta. Yalpalanmanın verdiği haz anlatılamaz güzellikte bir taddı.
      Tozun toprağın içinde dövenin üzerinde ağustos sıcağının savurduğu saman kokularının verdiği hazla karışık atların hızlı dönüşüne ağırlık diye oturtulan cılız bedenimizin bir sağa , bir sola savruluşunun verdiği gıdıklamalardan yere düştüğümüzde; gülüşmelere ara verebilip de atın dönüş devrini tamamlayamadan dövene binebildiysen ne ala, yetişemediysen atın hızına kendini ezilmiş buğday saplarının üzerinde sağa doğru fırlatmak zorunda kalırdın tepiklerden korunmak için; içine elbisenin orasından burasından girip kaşındıran samanlar da cabası. Bir de alan gıdıklamayla biteviye kıkırdayıp gülüşürken atların üzerlerine konan sineklerden kurtulmak için sallayıp durduğu kuyruğunun sillesi yüzünüze geldi mi, hayatının şokunu yiyip korkmaya gör. Sıcak, toz- duman, saman kokusu, rüzgar, gülüşmeler, düşmeler, kalkmalar, göze kaçan tozlar, ve ve atın kuyruk kamçısının şiddeti , ama inadına da aldığın zevk, Mehmet Dedenin seslenişini geç duymaya, defalarca seslenmesine  fazlasıyla yetiyordu bile…
    Yolun tek tarafına sıralı evlerimizin karşısında yolun diğer sırasında Raif Amcanın çiftliği vardı. Çiftlik öyle bilinen kadar büyük değilse de bize devasa gelirdi.İki at, birkaç inek, koyun, tavuk, ördek , bir- iki  kedi, bir köpek ve kellerden ibaret olan hayvan topluluğuna karşı, haaa az kalsın unutuyordum çiftliğin tek oğulu Hasan abinin geceleri altını ıslatmasını önlemek için yakalayıp gizlice yedirmeye çalıştıkları ileri gidip bizlere de tabii, ben sürekli kadınların arasında olduğumdan bana yutturamadıkları ve vejeteryan olmamın en büyük sebebi  kirpi ve fareleri ve de tüm börtü böcek yabanıllara karşı her tür meyveden birer ikişer ağaç dikiliydi, en çok da elma ağaçları vardı. Kapımızın karşısına dut ağacı denk gelmişti. En cömerti de oydu bana kalırsa. Vakti geldi mi, yerler dutla dolardı,  sinekler, kelebekler ve mahallenin çocukları epey bi kısmetlenirdi. Bizim almamız yasaktı yerden de olsa, annem “Arsız demesinler” tembihiyle sokağa salardı bizi. Gerçekten de hiç birimiz bir tane dut almazdık kaçamak da olsa ağzımıza yerden bile. Silkeleneceği zaman dutlar, brandanın bir ucundan tutmaya çağırırdılar bizi, silkeleme işi bittiğinde çabucak sıvışırdık oradan ama  Sadiye Teyze nafakamızı koca bir tepsi ile arkamızdan getirir “Çocuklar yesin “ derdi anneme kıza kıza.
        Komşularımız  Sadet abla, Sadiye Teyze, Şerif Teyze, Çorçil aynı zamanda da arkadaşlarımızdı annemle benim. Annemin üstten basmalı düğmeli sabit saplı Aga Marka seyyar radyosundan saat on oldu mu arkası yarını dinlerdik mahallecek.  Hiç unutmadığım Tütün Zamanını izlediğimizde gün boyu yorum katardık senaryosuna. Sadet Abla Zeliş olurdu hep;  ve kendini onda, onu da kendinde yaşatırdı.
        Mehmet Amca öğleleri bizi dua öğretmeye çağırır, sureleri o söyler biz tekrar ederdik. O yaz Kafirun Suresi “Kulya’ “ ya takılıp kaldım, ilerleyemedim nedense , ezberim de kuvvetliyken üstelik,on bir yaşında beşi bitirmiş idim bir de ...  Hergün hergün hocamızın karşısında utana sıkıla Kul Ya ha Kul Ya… Teneffüsler utancımı aralardı az da olsa..
       Sadet Abla teneffüs verdiğimizi görünce bize seslenir, ganimet bulmuşçasına sevinçle  “İşim var “ deyip , ağırlık yapacağımızı düşünerek üç-dört cılız çocuğu, bizi dövenin üzerine oturtur, kendi Zeliş’in senaryosunu sürdürmeye sanki bir çürük urganın kopuşunu fırsat belleyip, az ileride ağaçların ardına saklanan sevdiğinin el edişine uyarak sohbete sektire sektire giderdi. Anlamadığımızı sanırdı ya, biz de açık vermezdik çünkü en sevdiğimiz oyunla baş başaydık, nasılsa Sadet Abla birazdan anlatacaktı planlarını sevdiğiyle.
        O sevdiğiyle gönül eğlendiredursun biz de sevdiğimiz oyunla gönlümüzü eğliyorduk. Şimdilerde ne gelincikli buğday tarlaları ne harman yerleri çocukların oynaşı olabiliyor yoklar ki. Bir vakitler harman yeri şen kahkahalarımızla toza dumana karışıp, saplarından ayrılan buğdaylarının  mutlu sofralara ekmek olma yolculuğuna biz de kendimizce karınca kararınca eşlik ediyorduk…

                                                                                                 Günay UZUNER
                                                                     21.02.2013   

14 Şubat 2013 Perşembe

yürek dolusu




      Yaşam yolculuğumda benimle zaman zaman aynı yolu yürüyen, yollardaki zorlukları birlikte aştığım, engelleri aşmamda bana destek olan tüm yoldaşlarımı çok çok seviyor ve yolculuklarının uzun, sağlıklı, başarı dolu ve dostlarıyla birlikte sevgiyle geçmesini diliyorum... iyi yolculuklarr!

                                                                             Günay UZUNER
                                                                               14.02.2012

4 Ocak 2013 Cuma

teşekkürü bir borç bilirim

Can dostlarım!
Yaşantım boyunca farklı zaman ve mekanlarda kesişen yollarımızda iyi ki sizlere rastlamışım.
Kutlamalarınızla mutlandırdınız beni.Teşekkürler her birinize.
Yaşamımı sizler anlamlı kılıyorsunuz.
Zaman zaman bir esans kokusu gibi geliyorsunuz yadıma, Hatıralar tebessümümle canlanıyor yeniden.
Bir çoğumuz ayrı yerlerde fakat aynı zaman içinde yol almaktayız şimdi.
Bizi bırakıp gidenler oldu eksilişimize hüzünlendik, ama çoğaldık da bir yandan çoğaldıkça dostluklarımız güzellik kattı yaşantımıza.
Ömrüm oldukça, uzaklarda da olsak birbirimizden yaşamıma anlam katan sevgilerinizin sıcaklığını yüreğimde taşıyacağım..
Sevginizin varlığıyla güvenle yol alacağım zaman içinde.Hepinizi çook ama çoooooook çok seviyorum
Pencerenizden gün,
Yüreğinizden sevgi,
Gözlerinizden ışık,
Bedeninizden sağlık,
İsteklerinizden umut,
Yanıbaşınızdan dostlar,
Yaşamınızdan güzellikler ,
Hiç ama hiç eksilmesin,
İyi ki varsınız canlarım, iyi ki!


GÜNAY UZUNER
04.01.2012


Yeni yaşımı kutlayan ve yaşantımda yol alırken rastlaştığım tüm dostlarıma