GİZLER
Çay içmekteydiler Sarayburnu’nda
Bardağın ince belinden sıkıca tutunarak
Birbirlerine sarılmaktı oysa, içlerinden geçen.
Simitin kokusu da sinmişti ciğerlerine
Soluduklarıysa birbirinin kokusu.
Ordan burdan konuşuyorlardı,her zamanki gibi
Konu uğramıyordu kendilerine hiç.
Yan yanaydılar, çok uzaktılar,
Duygularına tutsaklıktandı dokunamayışları
Korkuları haykırmasındandı gözlerinin
Yürekten değildi ,çakışmasını arzulamadıkları.
Gözleri yüzlerce kez hatmetmişti
Batık bir ecnebi gemisinin ismini
“Selin-s, Selin-s, Selin-s, Selin-s…”diye.
Dilleriyse “Sensin ,sensin sevdiğimsin!” dercesine
Ucundakini salıverememe derdinde.
Farkında değillerdi çayın bitip
Defalarca dudaklara boş gidip geldiğini bardağın
Denizin sahile kavuşacağını sanarak
Med- cezirlerinin beton duvara çarpması gibi.
Dillerinin ucuna gidip gidip geliyordu
Denizin gel gitleri gibi aşkı itirafları
Çiçekçi kadın kaç kez yoklama çekti
“İnşallah kavuşursunuz” dualarıyla.
Kaç saati birbirinin üzerine devirdiler
Akrep yelkovandan daha bir hızlı
Hava da kararmıştı çoktan…
Üç beş yıldız bulutların pencerelerinden dikizliyorlardı onları.
Bulutlarsa resmi geçitteydi ,Aya karşı selamda.
Aysa bir görünüp bir kayboluyordu.
Bütün lafların belini kırmışlardı da
‘Aman bana ne, falandan, feşmekandan?’
Deyip , ‘ Bir sensin, sevdiğimsin’ diyemediler birbirlerine.
Birine bir cesaret geliyor,biri ayı,yıldızı gösteriyor,
Diğerine gelen cesareti sudan sebepler kırıyor.
Tam söyleyecekti ki genç kız,rüzgarın haşmetiyle
Köpürüp duran denizi koyuldular takibe,
Beynindekiler de rüzgarla beraber yarışıyordu
“Tamam şimdi,dur bekle, oooof..Bu fırtına nerden çıktı?”
Geminin vidaları gacırtıda;“Tam sırası ama, bize ne gemiden?”
“Haydi çabuk deyiver gitsin!”
Dillerinin ucunda donup kalıyor hayalleri.
Artık içlerini ısıtacak yıldızlar görünmüyor, Ay da yok.
Rüzgar çıldırmış olmalı, dalgalar deli deli vurup duruyorlar duvara
Bu sesler, bu sesler içlerindekini bastırmasalar
Git gide derinlere iniyor yüreklerini dağlayan sızı
Bunca yıldır, böylesine coşkuyla, ahenkle konuşurken, nedendir susulması?
“O beni sevmiyorsa?”
“Ya kızarsa sevdiğini söylediğinde?”
“Ya bırakıp giderse?”
“ Ya hiç konuşmazsa, görüşemezsek?”
Önlerine geçen,’Dur!’ diyen, sorulara yengindiler gene.
Şimşekler çakıyordu uzaklardan
İçlerindeki sesi bastırıyordu göğün karın ağrıları
Yıldırımlar bile kıramadı sözcüklerin dile bağlı zincirlerini.
Bir damla , bir yağmur damlası
Düşüvermişti genç kızın yanağına
İrkildi… heyecanla… sevdiğinin öptüğünü sanarak
Üşüdüğünü zannetti genç adam sevdiğinin
Çıkardı paltosunu omzundan,sarıverdi sevdiğinin omuzlarına
Sokuldu sevdiğine şimdi o,yaslandı omuzuna
Kolları sarmaladı sıkıca, soğuk bahane tabi..
“Ohh be! “ ydi tabii ikisince de…
Fonda açıktan geçen bir teknenin hoparlöründeki
“Yağmurun sesine bak,
Aşka davet ediyor…”
Nağmeleri söylüyordu aşıkların yerine onca zaman ki gizlerini.
Dilinde söyleyemediklerinin biri birlerine
Tercümanı olmuştu ilk yağmur damlacığı
Elleri yoktu onun, tutunamadı yanacığına genç kızın
Yuvarlanıverdi dayanamayarak yerçekiminin gücüne.
Boyundan büyüktü becerdiği iş ama,
Islaklığı kaldı yadında kızın şimdi
Dokunuvermişti dokunamadıklarına
Söyleyivermişti söyleyemediklerini
Omuza yaslanıştı aşklarının ilk sözü
Dünyalar onlarındı, sağanakta ıslanırken
Gecenin bir vaktinde “evli evine” deyip vedalaştılar
Pandora’nın kutusu açılmıştı nasılsa
Umutları bir daha ki çay yudumlarında
Günay UZUNER
11.11.2011
"ilk yağmur damlası" FBM blogerlerinin de yüreğine düşmüştü
ne de güzel konu seçmişim!
YanıtlaSilsıcacık hislerin eridiği, sıcacık bir şiir doğmuş ilk yağmur damlamdan. =)