27 Nisan 2012 Cuma

MEDET

  Bu denli önemli oluşu
  Gelmemişti aklıma bir  sakızın
 Tutunuverdi dişlerim sıkıca yapışarak
 Sıktım dişlerimi sımsıkı sıktım
 Cevapları hazırdı sorulacak olanların
 Sorulsaydı eğer sorguçca
 Cevapları hazırdı da
 Sorulup aralanmasından korktum
 Yanıtlarken dişlerimin
 Şu benim kaçak hallerim
 Başıma ne işler açtı
 Açtı da bir sakıza
 Sığınmaya muhtaçtı
 Korkunun ecele faydası yoksa bile
 Korku bu yapışır yakasına insanın
 Muhtaçsındır güvenine bir sakızın

               25.04.2012
             Günay UZUNER

               

21 Nisan 2012 Cumartesi

DÜNYA' NIN GÜNÜ

Dünya'nın günüymüş bugün. Diğer günler kiminse?
Düşünsenize bir; bugün Dünya'nın, yarın, Venüs'ün, öbür gün, Mars'ın...sıralanıp gidiyor günler. Üçyüzaltmışbeş günün her birine  bir gezegen. Arta kalanları, cüce olanları hani bir güne üçer beşer dağıtmışlar.
 Gezegenler gün yapıyor, bugün bizde, yarın Jüpiter' de, dün de Uranüsgildeydik misal. Kimi gün altın, kimi gün birer damacana su, kimi günse bir tüp oksijen götürülüyor. Güne çocuklular kabul edilmediği için Dünya gelsin istemiyorlar pek. Malum tek çocuklu kendisi. Dünya da ne yapsın , çocukları sokağa döküp, o gün senin, bu gün benim gezip duruyor , daha olmadı kendi gününü kendi kutluyor.   Dünya'da Dünya Günü. Bugün kendimize çeki düzen verelim, mühim konuklarımız gelecek. Gene aç kalacağız. Nemiz var , nemiz yoksa silip süpürecek konuklar, Dünya en güzel ikramlarını yedi kat ellere yapacak, açlığımız kimin umrunda? Kendi gününü gün edip de evlatlarını ihmal eden, aaç bırakan tek ana Dünya olsa gerek. Bir de afetleriyle kıydıkları canlara ne demeli?

    " Karnı büyük koca Dünya
      Keder dolu acı Dünya,
      Ne gül koydun ne de gonca
     Yedin yine doymadın mı?

  Diyen Muhlis Akarsu sitemini ne de güzel dillendirmiş Dünya'ya.

Hey Dünya! Günün kutlu olsun. Olsun da öbür günler de neler olacak ?

                                                                                         22.04.2012
                                                                                   Günay UZUNER

17 Nisan 2012 Salı

takma kafana


temizce bir hava çekmeli içine oksijeni bol olandan
alacak verecek davaları ertelenmeli başka baharlara
kısmetseleri bırakıp ardına bakmadan kısmete yol almalı
merakı bırakıp ne olacak düşüncesinden
adamakıllı yaşamaya bakmalı

                                                                                                                                                                                                                                      
kızıllığı sarsada ortalığı gün batımının
aralardan sızan maviliklerin huzmesine meyledip
fırtınalarına karşı dik durarak yerlere sağlam basmalı
ahlanıp vahlanıp ömür tüketmeler  niye
nerde akşam orda sabah deyiverip yaşamaya bakmalı
aman deyip avare dolaşmadan temkini  elden bırakmamalı

18.04.2012
Gunay UZUNER

15 Nisan 2012 Pazar

Sokağımı Seviyorum

    Sokağımı  seviyorum...
     Karda  yürüyüp de ilk iz bırakan ben oluyorum  sabahleyin ama bu ayazda çalışmak için erkenden sokağa çıkan tek ben olmak da üzüyor beni…
     Sokağımı seviyorum...
     Sakin sessiz oluşu huzur veriyor bana ama insan sesi duyamamak yalnızlığa garkedip ürkütüyor beni…
       Sokağımı seviyorum...
         Her kapıda parkeden taşıtlara rağmen köşeyi dönüp eve varana kadar bir araba kesmiyor yolumu,aksatmıyor yürüyüşümü ama bir benim kapımda araba olmayışı üzüyor beni…
      Sokağımı seviyorum;
     Sağlı sollu iki başında ayrı güzergahlardan her yana giden taşıtlar geçiyor ama canım istediğinde bir yere gidememek üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
    Adım başı bir ağaç ekili, diplerinden rengarenk akşam sefası fışkırıyor ama benim kapımdaki ağacın dibinde ot bitmemesi üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
  Yaşlı başlı insanlar sağlıklı dolanıyorlar ortalıkta ama çocukların az oluşu uzay yolu filmlerini hatırlatıp üzüyor beni...
    Sokağımı seviyorum;
   Sessizliğiyle huzurla rahat bir uyku çekiyorum ama her sabah sela sesiyle uyanmak üzüyor beni...
   Sokağımı seviyorum;
    İrili ufaklı bir sürü market bir adım uzağımda ama alış veriş yapamamak üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
  Herkesin hali vakti yerinde, şıkır şıkır giyimli insanlar, lüks arabalı, konforlu evleriyle keyifler gıcır ama ülkemin gerçeklerinin  aklıma düşmesi üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
    Yep yeni modern binalar kat kat diziliyor gün gün ama benim evimin eski olup habire arıza çıkarması üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Gelip geçerken birbirini kahve içmeye çağıran insanların sesini duymak mutlandırıyor beni ama henüz bir kahve içimlik komşu edinememem üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Akşam eve dönerken buram buram yemek kokularını duymak  mutlu yuvaların oluşunu sezdiriyor bana ama evimde sıcak yemek olmayışı üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Şen kahkahalar şakıyor açık pencerelerden ama gülecek bir nedenimin olmayışı üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum; 
   Kapıların zilleri  çalınıyor işten dönenlerce gülen bir yüz  karşılıyor geleni  ama her defasında  anahtarla kapımı açmak üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
   Sabah akşam hızla gelip geçiyor koşuşarak  insanlar spor yapıyorlar  gülen yüzleriyle ama  eski bir dostla karşılaşamamak üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum
  Yaşamın tüm güzellikleri sinmiş üzerine ben de bunun farkına vara vara tadını çıkarmaya çabalıyorum…




    15.04.2012
Günay UZUNER

                                                                                                

11 Nisan 2012 Çarşamba

menekşem açacak yakında


tam da menekşeyi suladım bu gün
konuştum üstelik ilk defa
dilde sevdim, gözde okşadım
vasiyetinden habersiz
ölümünden az önce

geldi geleli evime,
sevgililer gününde
bir sevdiğimin armağanı olarak
menekşem bu gün daha bir diri
daha bir canlı duruyor
sevildiğinden midir şımardığı,
sulandığından mı coşkusu,
sedası mı çalındı yüreğine kelimelerin
yoksa vasiyetini görev  mi saydı?
çalımına bakılırsa
açması yakındır...

09.04.2012
Günay UZUNER
not: Meral Okay'ın ölümü üzerinew yazılmıştır, menekşeleri sulama vasiyetine itafen :(

4 Nisan 2012 Çarşamba

4 x 4


   Tartışması uzun sayılabilecek bir zamandır süregelen bir türlü rayına oturmayan bir sistemin sık sık değiştirilir olması endişe verici. Tartışma, tartışma süresince uzun boyutlu, lakin eğitimin insan yaşamı üzerindeki kalıcı etkisi düşünüldüğünde bu sürenin pek de önemi olmadığı bir gerçek.

     Eğitim programlarının şuralarda görüşülerek uzun yıllar hayata geçirilirliği ve uygulanması planlanmalıdır.

    Bir kuşağın yaşam süresince yap boz tahtasına dönüştürülen son dönemlerdeki eğitim programlarının insanlık üzerindeki kalıcı olacağı düşünülen tesiri olumluluktan çok hasarlar bırakacak, birkaç nesle yansıyacaktır.

   Tartışmaların seyrinde son birkaç gündür sınav sayısının söylencesi dışında üniversite eğitiminden bahsedilmemektedir. Eğitimde 4+4+4 programı tartışılırken  dördüncü dördün üniversite eğitiminin bahsi geçmemektedir bile.

  Öyle ya beş yaşında başlayıp dokuzunda bitecek ilkokul, ardından mükemmeliyet içinde yönlendirilmiş olan ikinci dördül mesleki okul ve ardından üçüncü dörtlüğü tamamlayan  meslek yüksek okulu(?) Yaş onyedi, çıraklığın tam vakti… Dördüncü dörde ne gerek? Üniversiteyi okuyan belli, okuyacak olan belli…

   Ülkemizde iki milyona yakın öğrencinin kapılarına dayandığı üniversite kalesinin  açık öğretim dahil kaç kişi tarafından zapt edileceği zaten belli bir şey… Milyonların elinden hayallerini de alın gitsin; 4+4+4 de neyimize yetmiyor, üniversite de ne ola ki? Yorulan ilk dörtten koparıversin bağını olsun bitsin.. Dokuz yaşındaki bir çocuğa hayatının bütün kararlarını aldırmak erdemliliğin son mertebesi..

   Tartışmalar öyle bir boyuta sokuldu ki, sanki ‘Din Eğitimi’ okullarda hiç verilmiyordu da müfredata yeni konulacak, o da seçmeli olarak(!) Ülkemiz okullarındaki seçmeli derslerin  nasıl seçildiğini eğitimciler ve o seçmeli dersleri  seçemeden okuyan öğrenciler gayet iyi bilirler. Okul yönetimi bünyesindeki kadronun müsaitliğini ve fiziki koşulları değerlendirir, MEB’in sunduğu hazır paketlerden birine yakıştırarak adı zaten konmuş olan seçilmeyen seçmelisini haftalık otuz ders saatinin içine uygun sayıda dayayıverir. Seçecek olanların eline dönem başında taze pişmiş olanından bir program  tutuşturulur. Bunun adı ne olursa olsun seçmeli derstir işte, dayatıldığından olsa gerek notla da değerlendirilmez. Yeni konacak olan seçmeli dersler de zorunlu dayatılır ve  hazır bekleyen kadrolarca icra edilir, sen de seçemeden seçilmiş olanı seçmeli ad altında ders olarak okursun, okutursun…

    Eğitim şurası oluşturulmadan sokak tartışmalarıyla hale yola sokulup var olan meclis güvencesiyle apar topar oylanarak köşke sunulan; geri kalan yüzdelik dilimin neye dayanarak saptandığı dinsiz olma halinden muzdarip olunup yola çıkılarak  dindar nesil yetiştirmesi hedeflenen eğitim paketinin kaç yıl, olmadı kaç ay ömrü olduğu son birkaç yıldır eğitim bilimcilerinin, uygulayıcılarının bile ezberlerini şaşırtıp  başını döndürecek hızda  sürekli değiştirilen programlara bakıldığında çok da bilinmeyen bir şey olmadığıdır.

   Yedi yaşla başlayan birinci sınıf öğretiminde, eğitimcinin, velinin, öğrencinin zorlandığı eğitim programının üstesinden beşli yaş grubunun nasıl baş edeceği hayli düşündürücü. Üstelik de kaynaştırma eğitimine, özel eğitime gereksinim duyanların sayısının giderek çoğaldığını görmemize rağmen. Ve de bir çok çocuğun henüz tuvalet temizliği becerisi, konuşma yetisini tamamlayamamış olmasını da görmezden gelemeyiz. Ve de tabii ki bir çok çocuğun anadilinin şifresini çözemeden başka bir dille okumasının ve ona kendi dilinden seslenemeyen birinin bir şeyler öğreteceğinin  beklentisi.

   Okumanın, okullu olmanın, okumuş olmanın erdemlerinden bahsetmeyeceğim. Yıllarca “ Oku baban gibi…” tekerlemesini tekerrür ede ede okumuş olmanın yüce değerlerini vurgulayarak, herkesi okuma yolunda gönüllü neferler edip, köylerden yollara döküp ulaşılmaz hayalleri ulaşır kılan bir eğitim politikasından geçirdikten sonra; okuyanın , okumuş olanın emeğini hiçe sayarak karın tokluğu bir ücrete mahkum edip, kısa yoldan köşe dönme politikalarıyla “ Canım, okuyup da ne olacak? Felankeş şu kadar kazanıyor, feşmankeş de hiç okumamış ama şu kadar malı mülkü var..” edebiyatlarıyla bu günkü eğitim politikasının hazır neferlerini oluşturma girişimleri bizi bu noktaya dayadı. Okuyup da ne olacak; dinimizi bilelim yeter. Hem de küçük yaşta bilelim…

  Demem insanların isteklerine asla değil! Herkes istediği eğitimi, istediği okuldan, istediği biçimde  alabilmeli. Sunulan seçenekler herkesi kapsayacak çeşitlilikte olmalı. Eğitimin, eğitimcinin değeri yüceltilmeli, eğitime ayrılan harcama payı silahlanma payından kat kat üstün olmalı. Eğitimin bilimselliği göz ardı edilmemeli, eğitimde planlama, program gelişimi söz konusuysa bu işin öznesi olan eğitimcilerin önerilerine kulak verilmeli, eğitim bilimcilerinin çalışmaları sonucu hayata sunulmalıdır.

   Eğitim- Sen başta olmak üzere KESK üyeleri  yasa tasarısı mecliste görüşülüp oylanma sürecinin öncesinde ve sırasında çeşitli kereler, demokratik yollardan çeşitli yöntemlerle yasanın tasarısında söz sahibi olmak istediklerini beyan etmişlerdir. Değil muhatap kabul etmek, öğretmenler bu haklı isteklerini dillendirirken gazla, jopla, göz altılarla susturulmaya çalışılmıştır. Eğitim emekçilerinin bu dayatmacı yasa koyuculuğuna karşı dört dörtlük mücadeleci duruşu tarih kitaplarında şanlı direnişler arasında önemli yerini alacaktır.

   Unutulmamalıdır ki;yasalar kolluk kuvvetlerince zoraki uygulattırıldığında;  günü geldiğinde o kolluk güçlerini yargılayanların akıl gücüyle oluşan yasalar olduğunu , bu gün on iki eylül davası görüşülürken net görmekteyiz.  

   Eğitim programlarını uygulayacak öğretmenlerin sesine kulak verilmediğinde bu zorbalığın uygulanamayacağı da gözlerle görülmeyecektir. Öğretmenler bilimin ışığında , düşünen, sorgulayan, hak ve özgürlüklerine sahip, insani değerlerle donanmış bir gençlik yetiştirmeyi hedeflerler.

    Körpe dimağlar üzerinden  uygulanan kısa dönem kar oyunlarının politikalarını bir yana bırakıp, bilim çağında eğitim sürelerini aşağı çekmek yerine herkes için, nitelikli, bilimsel, eşitlikçi, hak ve özgürlükleri kapsayan, çağdaş,  herkesin, her kesimin istekleriyle örtüşen seçebileceği seçmeli derslerin bol olduğu, yaşamsal kararların  verilebildiği akıl olgunluğuna erildiğinde  mesleki tercihlerin yapılmasına  cevap verecek artı bir dördün daha, üniversite eğitiminin eklendiği bir yapılanma eğitim çalışanlarının, sivil toplum örgütlerinin  görüşleri doğrultusunda oluşturulup hayata geçirilmelidir.

   Yasa köşkte onaylanmayı beklerken sokaktaki  dörtlü tartışmaların sesi yavaş yavaş kesilmekte, tartışmalar yerini sürekli değişen gündemin başka bir malzemesine bırakmaktadır. Sistem gündemlerini oluşturup bizleri oyalayadursun; bizler doğal haklarımızı elde etmenin yollarını öğrenmenin ancak ve ancak dört dörtlük bir eğitimden geçmekle mümkün olacağı bilincini taşımalıyız…

                                                                                            04.04.2012
                                                                                       Günay UZUNER