8 Haziran 2015 Pazartesi

SIRT SIVAZLAMALAR BİTER DE .. .
HEP SIRTI SIVAZLANACAK DEĞİL YA
Iğdır kadınlarına selam olsun
Bizim oralarda kadınlar yolda yabancı bir erkekle karşılaştı mı arkalarını döner, ya yollarını değiştirir, ya da o geçip gidene kadar kenarda beklerler, hele de bi yabanılla karşılaştığında saldırmasın diye kuytuya sinerler veya aslan kesilir üzerine yürürler…
Adamın biri gelmiş de Iğdır’a, kadınlar sırtını dönmüş. Bilmez ki halkına yabancıdır zatları.
Yabancıdır çünkü cumhurun değil, partisinin başkanıdır,
Yabancıdır çünkü halkı işsizken o altın yaldızlı bardaklarla su içmekte,
Yabancıdır çünkü asgari ücret sekizyüzken o fazlalıklarını ayakkabı kutularında saklamakta,
Halk askerde vatan beklerken o çürüğe ayırmıştır evladını ya da bedelliye yazdırmış,
Halkı çerez nedir bilmezken evine çerez giremezken çerez parası (?) ederindeki arabaları hibe etmektedir ,
Yabancıdır halkına çünkü analarına küfretmektedir halkının, acılı anaların yasıyla alay etmektedir,
“Kim ne diyecek ben vur emri verdim “ diyecek kadar da pişkindir üstelik acılara gülerek.
Öfke kusmaktadır halkına, düşmandır ondan olmayan,
Yabancıdır halkına çünkü, değerlerini altüst etmiştir toplumun,
Diplomalarını başarıyla edinmiş gençlerin sınav barajlarında senelerce boğulduğunu görmemektedir,
Dahası tek akıllı kendisi sanır, akıl vermeye kalkar,
Edebinden küfredemezmiş halkına, yoksa küfredecekmiş, bilmezmiş ki edepsizliğin daniskasıdır halkını tanımayan, çektiklerini bilmeyen, yaşadıklarını görmezden gelen onu , yabanıl bilip sırtını dönen halkına , kadınlara küfrü reva görmek.
O kadar çook yabancıdır ki halkına, halkın aklı başındayken , kendinin beyni bacaklarının arasındadır,
Haydi kadınlar, aslan olmaya hacet yok kükre yabanılın üstüne öyle kükre ki bacaklarının arasında hep takılı kalsın beyni , kafası; takılı kalsın ki kafası bacaklarının arasında sağa sola uzattığı zehirli dili oradan çıkamasın !
3 HAZİRAN 2015
GÜNAY UZUNER

19 Mayıs 2015 Salı

EY DÜNYALI!
Ozon tabakası delinmiş diyorlar.
Küresel ısınma baş göstermiş.
Çernobil’in etkileri asırlarca sürecekmiş,
Hiroşima’nın, Nagazaki’nin ki hala ortada.
Nükleer enerjiyi keşfetmiş alimler,
Çok da yararlı bir enerjiymiş.
Ama ondan bomba da yapılacakmış;
Atılan bombanın yalnızca insanaymış etkisi,
Maddi zararı yokmuş hiç, binalar yerinde duracakmış.
Fabrikalardan atılan radyasyon atıkları
Denizlerdeki balıkları, tarladaki böcekleri
Yok edermiş, dumanı da kuşları.
Nükleer atıkların % 95’i yeniden kullanılabilirmiş.
Salgın hastalıkların önü alınamazmış.
Çocukların yüzlerinin solukluğuna,
İnsanların kanserden ölmesine
Beslenme yetersizliği demişler, ekonomik demişler,
Kader demişler.
Bu enerji tıpta da kullanılıyormuş;
Röntgen, ultrason birimleri morgla aynı yerdeymiş hastanelerde;
Bebeklerin, çocukların, hamilelerin orada bulunması tehlikeli ve yasakmış.
Ultrasonun  zarar ı santralin verdiğinin milyonda biri kadarmış.
Ülkemizde elektrik azmış, borç alıyormuşuz.
Nükleer  enerji santrallerinden  elektrik üretiliyormuş,
Borçlarımız da bitecekmiş hani (?)
Başında efil efil esen dağlarımı,
Anadolumun ırmaklarını saymayayım tek tek bilirsiniz hepiniz…
Rüzgar türbinleri rüzgarla dans edecek, barajlar kurulacak,
Oysa küresel ısınma ile onlar da yok olacak (!)
Bu enerji çok güçlüymüş,
Atomun çekirdeği parçalanarak ortaya çıkmış,
Bir patlaması dünyayı yok edecek güçteymiş..
Yaşam sevdalıları, tehlikeyi fark edip kapatmışlar santrallerini.
Dev dediğimiz ülkeler dünya bizim olsun hevesindeler,
Kursaklarında daha yok ettikleri medeniyetler.
Savaşı kızıştırınca onlar yer altı sığınaklarından uzay mekiklerine binip
Keşfettikleri yeni dünyalara doğru seyreylerken
Biz de uçan balonlarımıza tutunup,
Çıkıverirdik ozon deliğinden dışarı
Uzay boşluğunda seyrederdik alemi (!)
Bir küçük masum  parfüm şişesinin  suçuymuş ozonu delmek,
Kuraklık dediler, sel dediler, kar çok bu yıl dediler,
Hava kendi kendine kirli dediler
Suçu hep doğaya attılar
Demediler ki hiç elimizdeki güç dünyayı yok etmekte
Yok etmekte dünyayı aç gözlü sırtlanların pis hırsı.
Ey dünyalı !
Ben oniki yaşında bir çocuğum.
Tüm bu saydıklarım benim safsatam değil,  bilirkişiler söylüyor.
Bunları duydukça insanlığın yok olmasından korkuyorum,
Gidişat gidişat değil, dur diyemiyor, durduramıyorum,
Küçücüğüm ben bir şey yapamamaktan utanıyorum;
Savaşta ölen bir yaşıtımın ağzından sizlere sesleniyorum:
“Bana güneşimi verin!” diyor, Hiroşimalı çocuç.
“Bana umutlarımı geri verin,
Sizin olsun tüm bedenim,
Sizin olsun Nagazaki,
 Sizin olsun Hiroşima, Japonya.
Sizin olsun tümden Dünya,
Bana yalnız gözlerimi verin.”
                                              Mart 2008
                                          GÜNAY UZUNER

                                        
BU SABAH DOĞAN GÜNEŞ
            Yıl 1918.
            Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Dünya  harabeye dönmüş, Osmanlı İmparatorluğu bu savaştan yenik çıkmış, topraklarının büyük bölümünü kaybetmiş, askerleri yok denecek kadar azalmıştır.
           Ülkemiz zifiri bir karanlığın içine gömülmüştü.
           Mondros Ateşkes  Antlaşmasıyla İmparatorluk parçalanmaya başlamış, padişah canı ve malının kaygısına düşmüş… Düşman gemileri rahatça boğazı geçerek başkent İstanbul’u işgal etmişti. Genç komutan Mustafa Kemal bu duruma karşı  koyarak emrindeki askerleri teslim etmemek için direniyordu. Bu tutum hükümeti çok kızdırmış, Mustafa Kemal’in emrindeki ordular dağıtılmıştı.
         Düşman gemileri teker teker boğaza girmekteydi. Halk çaresizlik içinde karanlığın denizinde boğuluyordu.
         Bir yürek, vatan sevdasıyla yanan bir yürek ; “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!” diye gürlemişti. Bu ses  küçücük bir ışık sızıntısıydı o zamanlar karanlığın perdesini aralayan…  Mustafa Kemal’in sesiydi bu ses,  karanlığın denizinde boğulan, dağlanan yüreklere  su serpen…
         Karanlıklar içinden, karanlıkları getirirken ülkemize düşman gemiler, bir gemi yol aldı 16 Mayıs 1919 sabahı İstanbul’dan Samsun’a doğru. İçinde inanç vardı, umut vardı, ışık vardı o geminin. İçinde; “Karanlıkları dağıtıp ışığa kavuşacağız !” diyen bir ses vardı, çare vardı… İçinde MUSTAFA KEMAL vardı o geminin.
         Bandırma Vapuru’ ydu adı… Harap, çökük gibi görünmesine karşın çare yüklüydü. Karadeniz’in hırçın dalgalarını yara yara yol aldı ağır yükü, köhne haliyle.
         Varmalıydı Anadolu’ya tez elden. Kurtuluşa ulaşılmalıydı. Çıkmalıydı karanlıklar aydınlığa bir an önce.
          Esir olmak ne demekti? Tatmamalı, bilmemeliydik; özgürlüktü karakterimiz, hep özgür kalmalıydık.
         Ama çaresizdik.. İstanbul Hükümeti  gözden çıkarmış, çoktan unutmuştu halkını. Çare kimdi, çare nerde idi, bilmezdik o zaman. O çare ki adı tarihe yazılı şimdi, Karadeniz’de yol alıyordu.
           Yol uzun, yol karanlık, dalgalar zorlu,Karadeniz hırçın, yük çoook ağır. Bir memleketin umudu yüklü.
           Yol aldıkça gemi ufuk ağarmaya başlıyor, ışığı, umudu görüyordu gemidekiler, ışığı, umudu yansıtıyordu. Kıyıda bekleşenler umudu, ışığı görüyordu gemide. Gemi kıyıya yaklaştıkça yürekler hızla atmaya, kurtuluş heyecanı sarmaya başladı herkesi.
           Bir ışık yayıldı birden, Samsun kıyılarından Anadolu’ya doğru. Güneş doğmuştu. 19 Mayıs sabahı; MUSTAFA KEMAL doğmuştu.
            Bu gün 19 Mayıs , Mayısın 19’u. Cumhuriyetimiz  92 yaşında, sonsuza dek sürecek. Özgürlüğümüz de öyle. Bizi güneşiyle aydınlatan  kurtuluşa götüren bu bayramı, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni emanet ettiği biz gençlere adayan MUSTAFA KEMAL’imizi  unutmadık, hiç  unutmayacağız.
            MUSTAFA KEMAL’le Atamızla beraber, TÜRKİYE CUMHURİYETİ doğmuştu 19 Mayıs 1919 sabahı. Doğum günün kutlu olsun Atatürk’üm, doğum günümüz kutlu olsun!
            19  Mayıs Atatürk’ü Anma  Gençlik ve  Spor Bayramımız kutlu olsun!...
                                                                                                                  
                                                                                                          19 .05.2015

                                                                                                     GÜNAY UZUNER