26 Şubat 2013 Salı

YİĞİTÇE BİR SEVDA


Yiğitçe bir sevdaya tutulmuş
Bizim oğlan Yiğit oğlan
Boyuna posuna bakmadan
Birçe de Birçe 
İllaki Birçe
Der dururmuş gündüz gece

Birçe de has kız, güzel kız
Tüm delikanlıları peşinde okulun J
Tabi Yiğit’in sevgisi başka, bambaşka…
Oturur kalkar adını anar dururmuş
Attığı her adıma Birçe’yi de kondururmuş
Onun için yeşiller giyinir
Mutluluğu çimenlere yazarcasına
Adı geçtiğinde Birçe’nin
Masum bir utangaçlıkla yüz kızarır
Çapkınca bir bakış atarmış
Gök gülümsermiş o güldükçe,
Köpürürmüş coşkuyla dalgaları denizin
 Güneş haziranımsı  ışıldarmış…

Bulduğu her fırsatta yanında kurulurmuş kızımızın da
 El yordamıyla “Bak müdür teyze” diye bir işaret çakarmış
Ve böylece  bizi de  aşklarının biricik şahitleri yaparmış  
Sorulması gerekmeden Birçe ‘ye
Sorulacakları   peşin peşin  kendisi yanıtlarmış
Çünkü Birçe de onu çoook  pek çok severmiş.

Bu sevda okul sevdasıyla örtüşmüş Yiğit oğlanın
Üç günlük okul  dörde, beşe çıkarmış
Zaman bir türlü geçmezmiş tatilde
Vuslatı iple çekermiş …

Dilinde gönlünde Birçe’nin sevdası
Gözünde başka güzellerin edası
 İlle de Birçe der dururmuş amma
Meğerse bizim oğlan pek bi çapkınmış
Birçe nazlanıp dururken
Leman’ın cazibesine de
Dayanamazmış

Birçe'nin nazı uzadıkça 
Yiğit aşık
"Leman'a giderim bak!" der, der de  dururmuş :) 


                                       26.02.2013
                                   GÜNAY UZUNER


                  

24 Şubat 2013 Pazar

camekanın ardında


Dokunamadan
 
Bir camın ardından

Çocukluğunu seyreylemek…

Aramaya koyulduğun bir müzede çocukluğunu

Üçlü dörtlü beş altılı yaşlardaki bir grup çocukla…

Anılar dizi dizi geçerken gözlerinin önünden

Tatsız tuzsuz bir halet içindesindir

Masal mıydı

Bir vardı da iki mi yoktu
 
Eksik olan neydi ki bu hal çöktü üzerine...
 

Kırlara uzanıp

Gökyüzünün sonsuzluğunda

Pamuk şekerimsi  bulutların devinimlerine bakıp bakıp

Sonsuz hayaller kurmak, dolaşmak oralarda  onları avuçlamak,

Yıldızları sayıp sayıp fal tutmak

Eksik olandı galiba 
 

Ben şimdi camekanın ardındaki oyuncaklara  çocukluğuma dokunamazken

Onlar da hayallerimize çocukluğumuza dokunamamıştılar oh ya.
 

Kimi bakkalın camında takılıydı seyrederdik

Kimi kardeşinin arkadaşınındı  ve kendinindi

 Ellerdik..
 

Ellerdik topu topu üç beş plastik oyuncak.

Bir arap bebeğim eksik aralarında

Hani kara plastikten elleri kolları bacakları bedenine yapışık olan başında şemsiyesi

Yavuz abim bıçakla ayırmıştı bacaklarını birbirinden de ne çok ağlamıştım

Deli derdik ya ona bizden akıllıymış oysa taklidi aslına benzeten.
 

Nesneler  olaylar akılda takılı kalmış da

Özneleri yok asıl

Oyunun oyuncağın paydaşları akılda

Oysa hep oyuncakla oynamazdık azdı ki onlar,

Kırlar sokaklar hep bizimdi

Bizimdi hayallere yolculuklar

Nerdesiniz siz ey arkadaşlar

Nerdesiniz oyunlarımın oyuncaklarımın paydaşları?
 

Hep mutluyuz

Dizler koşuşup düşmekten yara bere içinde

Kanımızı tozla katıştırıp  ağlıyoruz

Birbirimizin yaralarını sarmalıyoruz

Ama mutluyuz ayrılamıyoruz birbirimizden

Hangi ara oyuna ara verdik de ayrı düştük

 Camekanlar girdi oyuncaklarla oyunlarımızın arasına

Ya şimdi şimdi oyun arkadaşlarım şimdi nerelerdesiniz,

Nerelerdesiniz hayallerimizin yoldaşları?
 

Şimdi camın ardında seyreylerken çocukluğunu

Bir kağıt kayığı itivermek geliyor içimden camı delip

Bir şeytan uçurtmasının ipinin ucundan tutuvermek

Çocuklar beni görmeden  usulca

Bir eriğin dalına uzanıp erik çalmak…
 

Akşam uykumuzla gelirdi

Güneş bizi beklerdi uyandığımızda oyuncaklarımız kapıda

Oynardık oynardık gün uzar gider  hiç bitmezdi

Bu sonsuzluk şimdi neden camın ardında

Neden dokunamıyoruz şimdi onlara camın ardı çok mu uzaklarda?
 

Oyuncakları bol olan bir grup çocuğu oyuncak müzesine götürdük dün

Oyuncakları görüp tanısınlar geçmişle bağ kurabilsinler diye

Çocuklar da “Bunu isterim, şunu isterim!” diye tuttururken

Tek diyebildiğimiz: “ Biz küçükken onlarla oynardık, onlar ellenmez!”oldu.
 

Ben şimdi camekanın ardındaki oyuncaklara  çocukluğuma dokunamazken

Onlar da hayallerimize çocukluğumuza dokunamamıştılar oh ya... :)))))

 

                                                                                     15.02.2013
                                                                                  Günay UZUNER
 
   Oyuncak Müzesinde  1960- 1970'li yılların Türkiye oyuncakları, Bir çoğuyla oynadım, yüzde doksanı erkek oyuncağı olmasına karşın, kızların oyuncakları ne yazık ki salt bebeklerden ibaret, ama benim elleri,kolları, bacakları bedenine yapışık Şemsiyeli Arap bebeğim içlerinde yok ne yazık   :((((
 

 

22 Şubat 2013 Cuma

HARMAN YERİ


     Gönüllü dua öğreticimiz Mehmet Dedenin  verdiği teneffüs arasında en zevk aldığımız oyunlardan birine koşuştururduk on dakikalık da olsa. Dövene binmek çok müthiş bir şeydi. Üzerindeyken buğdayları tanelerine ayıran dövene yapışık çakmak taşlarını hissederdik adeta. Yalpalanmanın verdiği haz anlatılamaz güzellikte bir taddı.
      Tozun toprağın içinde dövenin üzerinde ağustos sıcağının savurduğu saman kokularının verdiği hazla karışık atların hızlı dönüşüne ağırlık diye oturtulan cılız bedenimizin bir sağa , bir sola savruluşunun verdiği gıdıklamalardan yere düştüğümüzde; gülüşmelere ara verebilip de atın dönüş devrini tamamlayamadan dövene binebildiysen ne ala, yetişemediysen atın hızına kendini ezilmiş buğday saplarının üzerinde sağa doğru fırlatmak zorunda kalırdın tepiklerden korunmak için; içine elbisenin orasından burasından girip kaşındıran samanlar da cabası. Bir de alan gıdıklamayla biteviye kıkırdayıp gülüşürken atların üzerlerine konan sineklerden kurtulmak için sallayıp durduğu kuyruğunun sillesi yüzünüze geldi mi, hayatının şokunu yiyip korkmaya gör. Sıcak, toz- duman, saman kokusu, rüzgar, gülüşmeler, düşmeler, kalkmalar, göze kaçan tozlar, ve ve atın kuyruk kamçısının şiddeti , ama inadına da aldığın zevk, Mehmet Dedenin seslenişini geç duymaya, defalarca seslenmesine  fazlasıyla yetiyordu bile…
    Yolun tek tarafına sıralı evlerimizin karşısında yolun diğer sırasında Raif Amcanın çiftliği vardı. Çiftlik öyle bilinen kadar büyük değilse de bize devasa gelirdi.İki at, birkaç inek, koyun, tavuk, ördek , bir- iki  kedi, bir köpek ve kellerden ibaret olan hayvan topluluğuna karşı, haaa az kalsın unutuyordum çiftliğin tek oğulu Hasan abinin geceleri altını ıslatmasını önlemek için yakalayıp gizlice yedirmeye çalıştıkları ileri gidip bizlere de tabii, ben sürekli kadınların arasında olduğumdan bana yutturamadıkları ve vejeteryan olmamın en büyük sebebi  kirpi ve fareleri ve de tüm börtü böcek yabanıllara karşı her tür meyveden birer ikişer ağaç dikiliydi, en çok da elma ağaçları vardı. Kapımızın karşısına dut ağacı denk gelmişti. En cömerti de oydu bana kalırsa. Vakti geldi mi, yerler dutla dolardı,  sinekler, kelebekler ve mahallenin çocukları epey bi kısmetlenirdi. Bizim almamız yasaktı yerden de olsa, annem “Arsız demesinler” tembihiyle sokağa salardı bizi. Gerçekten de hiç birimiz bir tane dut almazdık kaçamak da olsa ağzımıza yerden bile. Silkeleneceği zaman dutlar, brandanın bir ucundan tutmaya çağırırdılar bizi, silkeleme işi bittiğinde çabucak sıvışırdık oradan ama  Sadiye Teyze nafakamızı koca bir tepsi ile arkamızdan getirir “Çocuklar yesin “ derdi anneme kıza kıza.
        Komşularımız  Sadet abla, Sadiye Teyze, Şerif Teyze, Çorçil aynı zamanda da arkadaşlarımızdı annemle benim. Annemin üstten basmalı düğmeli sabit saplı Aga Marka seyyar radyosundan saat on oldu mu arkası yarını dinlerdik mahallecek.  Hiç unutmadığım Tütün Zamanını izlediğimizde gün boyu yorum katardık senaryosuna. Sadet Abla Zeliş olurdu hep;  ve kendini onda, onu da kendinde yaşatırdı.
        Mehmet Amca öğleleri bizi dua öğretmeye çağırır, sureleri o söyler biz tekrar ederdik. O yaz Kafirun Suresi “Kulya’ “ ya takılıp kaldım, ilerleyemedim nedense , ezberim de kuvvetliyken üstelik,on bir yaşında beşi bitirmiş idim bir de ...  Hergün hergün hocamızın karşısında utana sıkıla Kul Ya ha Kul Ya… Teneffüsler utancımı aralardı az da olsa..
       Sadet Abla teneffüs verdiğimizi görünce bize seslenir, ganimet bulmuşçasına sevinçle  “İşim var “ deyip , ağırlık yapacağımızı düşünerek üç-dört cılız çocuğu, bizi dövenin üzerine oturtur, kendi Zeliş’in senaryosunu sürdürmeye sanki bir çürük urganın kopuşunu fırsat belleyip, az ileride ağaçların ardına saklanan sevdiğinin el edişine uyarak sohbete sektire sektire giderdi. Anlamadığımızı sanırdı ya, biz de açık vermezdik çünkü en sevdiğimiz oyunla baş başaydık, nasılsa Sadet Abla birazdan anlatacaktı planlarını sevdiğiyle.
        O sevdiğiyle gönül eğlendiredursun biz de sevdiğimiz oyunla gönlümüzü eğliyorduk. Şimdilerde ne gelincikli buğday tarlaları ne harman yerleri çocukların oynaşı olabiliyor yoklar ki. Bir vakitler harman yeri şen kahkahalarımızla toza dumana karışıp, saplarından ayrılan buğdaylarının  mutlu sofralara ekmek olma yolculuğuna biz de kendimizce karınca kararınca eşlik ediyorduk…

                                                                                                 Günay UZUNER
                                                                     21.02.2013   

14 Şubat 2013 Perşembe

yürek dolusu




      Yaşam yolculuğumda benimle zaman zaman aynı yolu yürüyen, yollardaki zorlukları birlikte aştığım, engelleri aşmamda bana destek olan tüm yoldaşlarımı çok çok seviyor ve yolculuklarının uzun, sağlıklı, başarı dolu ve dostlarıyla birlikte sevgiyle geçmesini diliyorum... iyi yolculuklarr!

                                                                             Günay UZUNER
                                                                               14.02.2012