25 Aralık 2012 Salı

zemheri ayazında ferfecirle göğe ağmak



     “ Anne.. sen sakın melek olma, gökyüzüne uçma!, hep bana kız , kötü ol , melek olma! “ demiş Küçük Deniz annesini ağlar görünce nedenini sorduğunda aldığı ; “Batur abinin annesi melek olup, gökyüzüne uçtu da ondan ağlıyorum” yanıtını alınca.
       Batur’un, Konuralp’in annesi melek olup Tanrı’nın katında şimdi, yavrularına, hayatına, gençliğine doyamadan göçtü oraya, henüz yolun yarısını geçmişken Dante’ye göre…
      Dante’nin ömrünün ortasıydı otuzbeş, bugün, bugünse başka, ömürler uzadı, ortalarda öyle…
        Batur’un, Konuralp’in annesi ömrünün baharındaydı daha… Ne o bizi ne biz onu yaşamamış, tanıyamamışken bir illet musallat oldu başına… Amansız hastalığıyla pençeleşip yaşam mücadelesi verirken bir yandan, bir yandan içten içre ölüme hazırlık yapmış, an be an ölüme koşmuş..
          Bir zemheride  ferfecirle uyanıp  herkescikler uyurken içindeki feryatlarla sessiz sedasız, en tatlı şerbetini, bir bardak suyunu dünyanın  kana kana  yudumlayıp , sabah ezanıyla birlik yad ederek Allah’ı;  onu, ölümü kucaklamış Mukocan…
           Gittiğin yer cennet olacak biliyorum, pırlanta gibi evlatlar, eşsiz bir eş, mükemmel bir ailen var sen de bunu bil, ondandır ki elimiz varmak istemese de felek işte;  el mecbur güle güle  Mukocan güle güle…
                                                                                                                            18.12.2012            
                                                                                                                                GÜNAY UZUNER      

    

6 Aralık 2012 Perşembe

YILLAR YILLARI KOVALAR, BİR GÜN...



Çok uzaklardasın şimdi. Bu yıldan ve bu mekandan. Yaşam da yormuş seni. Şöyle ellerini ensende kavuşturup, yaslanmışsın koltuğuna, yummuşsun gözlerini. Öyle yorgunsun ki uyuyamıyorsun, iki dakika da olsa dinlenemiyorsun, direniyor vücudun. Gözlerin bir inat bir inat günün gerçeğinden koparmıyor seni, daldırmıyor hülyalara. 

Ama, "Dur bir dakika." diyor aklın. Bir şeylere, bir yerlere takılıyor bir an. Geçmişten bir sahne takıldığı yer. Yüzü belli belirsiz bir öğretmen tahta başında; sense sıranın birinde, sohbettesin arkadaşınla.."Susun!" sesi uzaktan çooooook uzaktan geliyor. Kulağını yalayıp geçiyor; duymakla duymamak arasındasın..Devam ediyorsun sohbete.

Şimdi geriye baktığında "Susun" sesinden başkası yok sana gelen.. Kimle sohbet ediyordun, belli belirsiz şimdi. Oysa enerji doluydun o vakitler, şimdiki yorgunluğuna karşı coşku doluydun. Aklın da, gözlerin de senin iradenle çalışıyordu. Şimdi yorgunluktan hükmedemiyorsun kendine.

Anılar bir bir canlanıyor; gözlerinin önüne geliyor birden şimdiymiş gibi. Arkadaşların, öğretmenlerin, kapı komşunuz Günay öğretmeniniz.Zaman zaman kapınızı aralayıp da sitem eden size. Sizi hiç sevmediğini söyleyip de inandıran sizi; çocuksu duygularınızla. Ve sınıf öğretmeninize "Bizi sevmiyor." deyip de dersi işletmeye çalıştığınız Günay öğretmeniniz.

Şu an sen koltuğunda dinlenirken, ben yaşamın hangi alanındayım bilmiyorum. Ama bildiğim şu ki; 8-A'nın komşum olmasının dışında bende çok özel yeri var. Son öğrertmenlik hazlarımı size derse girerken tattım ben. Ve farkındaysanız her etkinliğe içinizden birilerini alırdım.

Mesleğimin son demlerini yaşadığım şu günlerden, ömrümün sonuna dek zihnimde sıcak ve taze olarak saklı tutacağım, sevdiğim sizler olacaksınız buna emin olun ve geçmişe baktığınızda bugün, beni sizi çok seven öğretmeniniz olarak anımsayın isterim. Ve anılarınıza bakarken; burada yaşadığınız mutlu günleri, eğlencelerinizi, arkadaşlarınızı, edindiğiniz bilgileri daha da çok hatırlamaya çalışın derim son olarak.
   
 O koltukta dinlenirken bugün; daha da mutlu olacaksınız biliyorum geçmişi anımsarken..

Müdür Başyardımcısı     
GÜNAY UZUNER     
29,05,2008     





NOT: 2008 MEZUNU 8/ A sınıfı öğrencilerinden birinin facebook paylaşımından alıntıdır. 2008 mezunu 8/A Sınıfının Yıllığına tarafımdan yazılmıştır.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

ASANSÖR KAPILARI


     Üç ayrı asansör yan yana , her birinde “yirmibir kişiliktir” yazıyor yazmasına da on- oniki kişiden sonra binene;

   “Fazla oldu, çekmiyor” deyip, daha;

    “Ama yirmibir kişilik” demeye kalmadan;

     “Kiloluları iki-üç sayarsak..”  ünlemeleri peşpeşe geliyor birkaç ağızdan, çocuklar yarım sayılmıyor nedense…

      Üç ayrı asansör kapısında bir dolu insan beklemede… İlk hedef asansöre binebilmek, kırk derece sıcakta kim çıkar onca merdiveni. Hem çıkılan yer öyle güle- oynaya, üçer- beşer, koşa koşa coşkuyla merdivenlerin adımlanacağı yer değil herkes için.

      En soldaki asansörün çağrı tuşuna her dokunana giderek bir bir artan ses korosu

        “ O bozuk!” deyiveriyor.

        Hadi gelse.. Herkes ikisinin kapısına dayandı, epeyce oldu bekleyeli. Ortadaki giriş katına yaklaşmada. Bir hız tekerlekli sandalyeyi iten genç yanaşıyor açılan kapının önüne, herkes doluşuyor asansöre sığan sığana. Bir sığmayan tekerlekli sandalye ve onu iten genç hastabakıcı, pek de ürkek. Bir de geride kalan birkaç kişi ve yeni gelenler. Bir homurtu, bir patırtı kapı kapanıyor, yol alıyor asansör yukarı yukarı.

         Biz üç yabancı sağdaki asansörün sadık kapıkulları, geldik geleli beklemekteyiz gelmesini önünde. Tekerlekli sandalyedeki yaşlı teyze bulut rengi gözleriyle gülümsemede ıslak ıslak, sağa sola bakınarak, sevimli ve çocuksu. Hastabakıcı ondan çocuksu ve çelimsiz. Herkes bize ;

        “Hastaya yol verin!”diyor.

         “Burda herkes ne çok birbirine akıl veriyor, herhalde öncelik hastanın” diyorum. Başka örneklerden bıkkınlığımı yanıma alarak.

         “Abla görmedin mi kimse yer vermedi?”  diyor, orda  oluşan akortsuz ses korosu, gülümsüyoruz bu şehirdeki üç yabancı, hasta bakıcı gülümsüyor, yaşlı teyze gülümsüyor, tutup sevesim geliyor teyzeyi.. Boynunu büküyor genç çaresiz;

          “Sıra vermediler, gördün ya” dercesine,koroyu da kanıtlıyor kendince.

           Oda ne? Kapı birden açılıyor, kenara çekiliyoruz, tekerlekli sandalye geçsin diye.. Biz daha bir adım gerilemeden “Hastayı kim takar” dercesine az önce bize akıl verircesine çıkışanlar doluşuyor asansöre. El yordamıyla itiştirip sokuyoruz hasta arabasını, bizi de itişenler sokuşturuyor içeri, arkadan itip kakan cabası.. Bir kolum poşetlerle dışarıda. Bir kadın bağırıyor;

            “Kadının kolunu koparacaksın” diye bir adama. Uğruma tanımadığım bir kişinin kavga etmesi beni sinsice gururlandırmıyor değil. Aman Allahım bu ne hiddetli savunma. Kolum birkaç kişiyle birlikte kavga hengamesinde içeri giriyor. Adam:

       “ Ne bağırıp duruyorsun terbiyesiz?” diyor kadına.

     “ Terbİyesiz sensin!” ,”Sensin!”  göndermeleriyle tartışma sürüyorken yol alıyoruz üçe bas, beşe bas, dörde bastın mı, sen kaça çıkıcan, dahiliye kaçıncı katta vb ..sesleri arasında yukarı yukarı…

     “Sen adama nasıl terbiyesiz dersin, onun anası var” sözleri, “Kalabalık olduk” sözleriyle birlik ilk yolcular iniyor.. Kimsenin binmesine izin vermiyoruz; “Hasta var!” diyerek hep beraber, dayanışma içindeyiz şimdi.

       Teyze tekerlekli sandalyede otururken gülümsemesini saçıyor etrafa olan bitene karşı tepki sanki. Hastabakıcı:

      “ Gördün mü abla?” dercesine haklılığını kanıtlar eminliğinde.  Ben bir yabancının kolumu kurtarma operasyonuyla birlikte  aslında kendini içeri sokma telaşındaki Donkişotluğundan gururlu, ama aklımızın bir yanında ineceğimiz durağın bir hasta ziyareti bilinciyle biraz mahzunuz.

       Kavganın birazdan hangi ara olduysa gülüşmelere yerini bıraktığı şaşkınlığıyla çıkıyoruz yukarı yukarı..

      Adliyelerinin önündeki kavgalarını ana haberlerde sıkça izlediğimiz bu büyük kentin, bu büyük hastanesinin, büyük asansörünün  kapısından girerken aniden alevlenen  ve sönen kavgaya şaşkın bakarken diliyorum ki bu hastanedeki, tüm hastanelerdeki ve doktorsuz olan tüm hastaların büyük-küçük tüm dertleri şifa bulsun ve bu yapay kavga gibi çabucak sönsün de yerini yüzlerdeki tatlı gülümsemelere, yaşam sevinçlerine bıraksın…


                                                                                                                           18.07.2012
                                                                                                                      GÜNAY UZUNER

8 Temmuz 2012 Pazar

YİTİK



       Uzun zamandır yazmadım, yazamadım, elim varmadı hiç ama hep buralarda dolandım durdum ayrılamadım sayfalarımdan. Ayrılırsam yazma isteğim bitecek, yitip gidecek okuyucu sayımın arttığını gördükçe sevinçten  coşan çocuksu ruhum, buradaki yazılarım da bana küsüp gidecek ,silinecek  diye korkumdan sık sık uğradım bloğuma.

    Birkaç ay önce önemli evraklarla beraber  yıllarca tuttuğum notlarımı, temize geçmemiş yazılarımı, orta okul –lise yıllarında yazdığım şiirlerimi, öğrencilerimin şiirlerinin- bana mektuplarının bir kısmını ve dahası çocukluktan gençliğe değişik zamanlara ait resimlerimi kaybettim.

   Hepsi bir iki şeffaf dosyanın içinde leptopumun çantasının yan cebindeydi.

  Önemli evraklar dershaneye teslim edilecekti, bugün- yarın derken olmadı, emanet hımbıllığımla  hıyanete uğramış oldu.

   Yazılarımı- şiirlerimi  kendimce bir sıraya koymuş yazıyordum sırası geldiğince ;ha bugün ha yarın yazarım diye de yanımda gezdirip duruyordum.

  Fotoğraflarımı da tarattırarak albüm oluşturmayı düşlüyordum ki fotokopi bozuldu o aralar, olmadı gitti işte.

  Üç dört aydır gördüğüm kağıt parçalarına-tomarlarına bakmadan geçemiyorum, minik bir kağıt parçası ne de değer kazandı gözümde, atmayı bırakın başkalarının atmasına tahammül edemiyorum. Geri dönüşüm kutularını kerelerce kontrol ediyor, boşaltım gününde son kontrolümü de ihmal etmiyorum.

   Aklım birbirinden değerli üç ögede takılı uzun zamandır. Hiç birini diğerine yeğleyemeyeceğim bu değerli yitiklerimi nasıl kaybettiğimi aklım almıyor bir türlü. Kayıplara mı üzüleyim, hatırlayamadığıma mı üzüleyim, başka bir şeye odaklanamayışıma mı üzüleyim, yapacaklarımı unutmama mı, bilemiyorum. Öfkem kendime ama yanlış yerde patlak veriyor, buna daha çok üzülüyorum.

    İnsan yol aldıkça yaşamda edindiği değerleri yitiriyor her şeyden ilk. Memleketinden oluyorsun, arkadaşlarından, alıştığın evinden, sokağından, arkadaşlarından, komşularından,akrabalarından, sevdiğin bir eşyandan, oyuncağından, uğurundan… dostundan. Sevdiklerin göçüp gidiyor bir bir dünyadan yalnızlaşıyorsun.

   Çok şey kaybolmuştur yanıbaşımdayken, küçük büyük madde olarak. Yabana atılmayacak çalıntılarım olmuştur. Bir çoğu aklıma bile gelmez. Ama bu son kayıplarım iyice yalnızlaştığımı hissettirdi bana bir dostun yitimi gibi…

   Adım attığım, el sürdüğüm, akla gelebilecek her yere baktım durdum yok yok yoklar işte. Yanımdan geçen çöp kamyonlarına bile gözüm takılmıyor değil. Ben yine de umudumu yitirmeden bir gün bulurum  inancıyla “Evraklarımı, yazılarımı, şiirlerimi, fotoğraflarımı kaybettim hükümsüzdür” demeyeceğim; “ Kaybettiğim değerlilerimin her hakkı mahfuzdur!” diyeceğim. Dünya küçük  aramaya devam edeceğim…

                                                                                  08.07.2012

                                                                           GÜNAY UZUNER

7 Haziran 2012 Perşembe

KAPI ÖRTÜLÜNCE


Kapı örtülmüştür. Bir çift yürek  biri içerde, biri dışarıda titreşir durur, ürperir, kaygıdan, korkudan, heyecandan…  Ağlamaklıdır her iki yürek de, biri sessiz sedasız, diğeri feryat figan.. her ikisi de içli içli ağlamaklıdır.

Titreşimi yüreciklerin kapıya sinmiş, kapı sessiz öylece oracıkta, örtülü…

Kapının dışındaki yüreğin  aklı kapıda yoluna gider, içerdeki yüreciğin gözleri … çaresiz içerdedir. Hıçkırır durur.

Ana kucağından ilk kez kopuşu bu miniklerin..  İçinde kopan fırtınaları bir çift gülen göz, şevkatli gülüş dindirmiştir zamanla. Tutar minik ellerinden koca eliyle sıcaklık kayıverir o yüreciğe güven dolar taşar, başlar şarkılar söylemeye…

 Kapı hep  örtülür, Günler günleri, aylar ayları kovalar durur, kapılar güvenle örtülür, içi rahattır anneciğin, babacığın, aklı işindedir artık, içi coşkuludur  minik yüreciğin sevgi dolar taşar devleşir, gözü öğretmenindedir artık, iki dudağından çıkacak sözdedir kulakları…

Kapılar;  şarkıların , şen kahkahaların coşkusuyla  titriyor artık.
İstemesek de artık açılmasını kapının ardına kadar hep açık duracak...

                                                     08.06.2012
                                                Günay UZUNER

18 Mayıs 2012 Cuma

İLK ADIM

Kurtuluşa giden yolun ilk adımı bugün atıldı
Karanlığı aydınlatmanın temeli bugün atıldı
Bugün 19 Mayıs,
Varolmanın kanıtıyla nefes aldığımız büyük gün.

... "İstiklal Savaşının en büyük kahramanı" na
Sonsuz teşekkürler...


 Emanet edip bize kurtardığı vatanı
Koruyup, geliştirmeyi görev bilip,
Anadolumuzun adsız kahramanlarını
Kurtuluş, özgürlük, aydınlık, vatan uğruna

 Omuz omuza savaştığı, koyun koyuna yattığı bilinciyle
Kardeşçe,huzur içinde yaşamaya dönüştürecek
Bir Türkiye oluşturmanın sevdasının savaşını vererek
"Yurtta barış, Dünyada barış"
ilkesini hayata dönüştürmeyi şiar edinerek
Bayramımızı candan kutlayıp,
Tüm Türkiye'ye artık bayram havası gelmeli
Hergün bayram havası esmeli diyorum..

Bugün 19 MAYIS
Kurtuluşa, özgürlüğe, kardeşliğe, varolmaya
Atılan ilk adımdır bugün.
K U T L U   O L S U N N N N
                            19.05.2012
                          GÜNAY UZUNER

27 Nisan 2012 Cuma

MEDET

  Bu denli önemli oluşu
  Gelmemişti aklıma bir  sakızın
 Tutunuverdi dişlerim sıkıca yapışarak
 Sıktım dişlerimi sımsıkı sıktım
 Cevapları hazırdı sorulacak olanların
 Sorulsaydı eğer sorguçca
 Cevapları hazırdı da
 Sorulup aralanmasından korktum
 Yanıtlarken dişlerimin
 Şu benim kaçak hallerim
 Başıma ne işler açtı
 Açtı da bir sakıza
 Sığınmaya muhtaçtı
 Korkunun ecele faydası yoksa bile
 Korku bu yapışır yakasına insanın
 Muhtaçsındır güvenine bir sakızın

               25.04.2012
             Günay UZUNER

               

21 Nisan 2012 Cumartesi

DÜNYA' NIN GÜNÜ

Dünya'nın günüymüş bugün. Diğer günler kiminse?
Düşünsenize bir; bugün Dünya'nın, yarın, Venüs'ün, öbür gün, Mars'ın...sıralanıp gidiyor günler. Üçyüzaltmışbeş günün her birine  bir gezegen. Arta kalanları, cüce olanları hani bir güne üçer beşer dağıtmışlar.
 Gezegenler gün yapıyor, bugün bizde, yarın Jüpiter' de, dün de Uranüsgildeydik misal. Kimi gün altın, kimi gün birer damacana su, kimi günse bir tüp oksijen götürülüyor. Güne çocuklular kabul edilmediği için Dünya gelsin istemiyorlar pek. Malum tek çocuklu kendisi. Dünya da ne yapsın , çocukları sokağa döküp, o gün senin, bu gün benim gezip duruyor , daha olmadı kendi gününü kendi kutluyor.   Dünya'da Dünya Günü. Bugün kendimize çeki düzen verelim, mühim konuklarımız gelecek. Gene aç kalacağız. Nemiz var , nemiz yoksa silip süpürecek konuklar, Dünya en güzel ikramlarını yedi kat ellere yapacak, açlığımız kimin umrunda? Kendi gününü gün edip de evlatlarını ihmal eden, aaç bırakan tek ana Dünya olsa gerek. Bir de afetleriyle kıydıkları canlara ne demeli?

    " Karnı büyük koca Dünya
      Keder dolu acı Dünya,
      Ne gül koydun ne de gonca
     Yedin yine doymadın mı?

  Diyen Muhlis Akarsu sitemini ne de güzel dillendirmiş Dünya'ya.

Hey Dünya! Günün kutlu olsun. Olsun da öbür günler de neler olacak ?

                                                                                         22.04.2012
                                                                                   Günay UZUNER

17 Nisan 2012 Salı

takma kafana


temizce bir hava çekmeli içine oksijeni bol olandan
alacak verecek davaları ertelenmeli başka baharlara
kısmetseleri bırakıp ardına bakmadan kısmete yol almalı
merakı bırakıp ne olacak düşüncesinden
adamakıllı yaşamaya bakmalı

                                                                                                                                                                                                                                      
kızıllığı sarsada ortalığı gün batımının
aralardan sızan maviliklerin huzmesine meyledip
fırtınalarına karşı dik durarak yerlere sağlam basmalı
ahlanıp vahlanıp ömür tüketmeler  niye
nerde akşam orda sabah deyiverip yaşamaya bakmalı
aman deyip avare dolaşmadan temkini  elden bırakmamalı

18.04.2012
Gunay UZUNER

15 Nisan 2012 Pazar

Sokağımı Seviyorum

    Sokağımı  seviyorum...
     Karda  yürüyüp de ilk iz bırakan ben oluyorum  sabahleyin ama bu ayazda çalışmak için erkenden sokağa çıkan tek ben olmak da üzüyor beni…
     Sokağımı seviyorum...
     Sakin sessiz oluşu huzur veriyor bana ama insan sesi duyamamak yalnızlığa garkedip ürkütüyor beni…
       Sokağımı seviyorum...
         Her kapıda parkeden taşıtlara rağmen köşeyi dönüp eve varana kadar bir araba kesmiyor yolumu,aksatmıyor yürüyüşümü ama bir benim kapımda araba olmayışı üzüyor beni…
      Sokağımı seviyorum;
     Sağlı sollu iki başında ayrı güzergahlardan her yana giden taşıtlar geçiyor ama canım istediğinde bir yere gidememek üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
    Adım başı bir ağaç ekili, diplerinden rengarenk akşam sefası fışkırıyor ama benim kapımdaki ağacın dibinde ot bitmemesi üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
  Yaşlı başlı insanlar sağlıklı dolanıyorlar ortalıkta ama çocukların az oluşu uzay yolu filmlerini hatırlatıp üzüyor beni...
    Sokağımı seviyorum;
   Sessizliğiyle huzurla rahat bir uyku çekiyorum ama her sabah sela sesiyle uyanmak üzüyor beni...
   Sokağımı seviyorum;
    İrili ufaklı bir sürü market bir adım uzağımda ama alış veriş yapamamak üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
  Herkesin hali vakti yerinde, şıkır şıkır giyimli insanlar, lüks arabalı, konforlu evleriyle keyifler gıcır ama ülkemin gerçeklerinin  aklıma düşmesi üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
    Yep yeni modern binalar kat kat diziliyor gün gün ama benim evimin eski olup habire arıza çıkarması üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Gelip geçerken birbirini kahve içmeye çağıran insanların sesini duymak mutlandırıyor beni ama henüz bir kahve içimlik komşu edinememem üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Akşam eve dönerken buram buram yemek kokularını duymak  mutlu yuvaların oluşunu sezdiriyor bana ama evimde sıcak yemek olmayışı üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum;
   Şen kahkahalar şakıyor açık pencerelerden ama gülecek bir nedenimin olmayışı üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum; 
   Kapıların zilleri  çalınıyor işten dönenlerce gülen bir yüz  karşılıyor geleni  ama her defasında  anahtarla kapımı açmak üzüyor beni…
    Sokağımı seviyorum;
   Sabah akşam hızla gelip geçiyor koşuşarak  insanlar spor yapıyorlar  gülen yüzleriyle ama  eski bir dostla karşılaşamamak üzüyor beni…
   Sokağımı seviyorum
  Yaşamın tüm güzellikleri sinmiş üzerine ben de bunun farkına vara vara tadını çıkarmaya çabalıyorum…




    15.04.2012
Günay UZUNER

                                                                                                

11 Nisan 2012 Çarşamba

menekşem açacak yakında


tam da menekşeyi suladım bu gün
konuştum üstelik ilk defa
dilde sevdim, gözde okşadım
vasiyetinden habersiz
ölümünden az önce

geldi geleli evime,
sevgililer gününde
bir sevdiğimin armağanı olarak
menekşem bu gün daha bir diri
daha bir canlı duruyor
sevildiğinden midir şımardığı,
sulandığından mı coşkusu,
sedası mı çalındı yüreğine kelimelerin
yoksa vasiyetini görev  mi saydı?
çalımına bakılırsa
açması yakındır...

09.04.2012
Günay UZUNER
not: Meral Okay'ın ölümü üzerinew yazılmıştır, menekşeleri sulama vasiyetine itafen :(

4 Nisan 2012 Çarşamba

4 x 4


   Tartışması uzun sayılabilecek bir zamandır süregelen bir türlü rayına oturmayan bir sistemin sık sık değiştirilir olması endişe verici. Tartışma, tartışma süresince uzun boyutlu, lakin eğitimin insan yaşamı üzerindeki kalıcı etkisi düşünüldüğünde bu sürenin pek de önemi olmadığı bir gerçek.

     Eğitim programlarının şuralarda görüşülerek uzun yıllar hayata geçirilirliği ve uygulanması planlanmalıdır.

    Bir kuşağın yaşam süresince yap boz tahtasına dönüştürülen son dönemlerdeki eğitim programlarının insanlık üzerindeki kalıcı olacağı düşünülen tesiri olumluluktan çok hasarlar bırakacak, birkaç nesle yansıyacaktır.

   Tartışmaların seyrinde son birkaç gündür sınav sayısının söylencesi dışında üniversite eğitiminden bahsedilmemektedir. Eğitimde 4+4+4 programı tartışılırken  dördüncü dördün üniversite eğitiminin bahsi geçmemektedir bile.

  Öyle ya beş yaşında başlayıp dokuzunda bitecek ilkokul, ardından mükemmeliyet içinde yönlendirilmiş olan ikinci dördül mesleki okul ve ardından üçüncü dörtlüğü tamamlayan  meslek yüksek okulu(?) Yaş onyedi, çıraklığın tam vakti… Dördüncü dörde ne gerek? Üniversiteyi okuyan belli, okuyacak olan belli…

   Ülkemizde iki milyona yakın öğrencinin kapılarına dayandığı üniversite kalesinin  açık öğretim dahil kaç kişi tarafından zapt edileceği zaten belli bir şey… Milyonların elinden hayallerini de alın gitsin; 4+4+4 de neyimize yetmiyor, üniversite de ne ola ki? Yorulan ilk dörtten koparıversin bağını olsun bitsin.. Dokuz yaşındaki bir çocuğa hayatının bütün kararlarını aldırmak erdemliliğin son mertebesi..

   Tartışmalar öyle bir boyuta sokuldu ki, sanki ‘Din Eğitimi’ okullarda hiç verilmiyordu da müfredata yeni konulacak, o da seçmeli olarak(!) Ülkemiz okullarındaki seçmeli derslerin  nasıl seçildiğini eğitimciler ve o seçmeli dersleri  seçemeden okuyan öğrenciler gayet iyi bilirler. Okul yönetimi bünyesindeki kadronun müsaitliğini ve fiziki koşulları değerlendirir, MEB’in sunduğu hazır paketlerden birine yakıştırarak adı zaten konmuş olan seçilmeyen seçmelisini haftalık otuz ders saatinin içine uygun sayıda dayayıverir. Seçecek olanların eline dönem başında taze pişmiş olanından bir program  tutuşturulur. Bunun adı ne olursa olsun seçmeli derstir işte, dayatıldığından olsa gerek notla da değerlendirilmez. Yeni konacak olan seçmeli dersler de zorunlu dayatılır ve  hazır bekleyen kadrolarca icra edilir, sen de seçemeden seçilmiş olanı seçmeli ad altında ders olarak okursun, okutursun…

    Eğitim şurası oluşturulmadan sokak tartışmalarıyla hale yola sokulup var olan meclis güvencesiyle apar topar oylanarak köşke sunulan; geri kalan yüzdelik dilimin neye dayanarak saptandığı dinsiz olma halinden muzdarip olunup yola çıkılarak  dindar nesil yetiştirmesi hedeflenen eğitim paketinin kaç yıl, olmadı kaç ay ömrü olduğu son birkaç yıldır eğitim bilimcilerinin, uygulayıcılarının bile ezberlerini şaşırtıp  başını döndürecek hızda  sürekli değiştirilen programlara bakıldığında çok da bilinmeyen bir şey olmadığıdır.

   Yedi yaşla başlayan birinci sınıf öğretiminde, eğitimcinin, velinin, öğrencinin zorlandığı eğitim programının üstesinden beşli yaş grubunun nasıl baş edeceği hayli düşündürücü. Üstelik de kaynaştırma eğitimine, özel eğitime gereksinim duyanların sayısının giderek çoğaldığını görmemize rağmen. Ve de bir çok çocuğun henüz tuvalet temizliği becerisi, konuşma yetisini tamamlayamamış olmasını da görmezden gelemeyiz. Ve de tabii ki bir çok çocuğun anadilinin şifresini çözemeden başka bir dille okumasının ve ona kendi dilinden seslenemeyen birinin bir şeyler öğreteceğinin  beklentisi.

   Okumanın, okullu olmanın, okumuş olmanın erdemlerinden bahsetmeyeceğim. Yıllarca “ Oku baban gibi…” tekerlemesini tekerrür ede ede okumuş olmanın yüce değerlerini vurgulayarak, herkesi okuma yolunda gönüllü neferler edip, köylerden yollara döküp ulaşılmaz hayalleri ulaşır kılan bir eğitim politikasından geçirdikten sonra; okuyanın , okumuş olanın emeğini hiçe sayarak karın tokluğu bir ücrete mahkum edip, kısa yoldan köşe dönme politikalarıyla “ Canım, okuyup da ne olacak? Felankeş şu kadar kazanıyor, feşmankeş de hiç okumamış ama şu kadar malı mülkü var..” edebiyatlarıyla bu günkü eğitim politikasının hazır neferlerini oluşturma girişimleri bizi bu noktaya dayadı. Okuyup da ne olacak; dinimizi bilelim yeter. Hem de küçük yaşta bilelim…

  Demem insanların isteklerine asla değil! Herkes istediği eğitimi, istediği okuldan, istediği biçimde  alabilmeli. Sunulan seçenekler herkesi kapsayacak çeşitlilikte olmalı. Eğitimin, eğitimcinin değeri yüceltilmeli, eğitime ayrılan harcama payı silahlanma payından kat kat üstün olmalı. Eğitimin bilimselliği göz ardı edilmemeli, eğitimde planlama, program gelişimi söz konusuysa bu işin öznesi olan eğitimcilerin önerilerine kulak verilmeli, eğitim bilimcilerinin çalışmaları sonucu hayata sunulmalıdır.

   Eğitim- Sen başta olmak üzere KESK üyeleri  yasa tasarısı mecliste görüşülüp oylanma sürecinin öncesinde ve sırasında çeşitli kereler, demokratik yollardan çeşitli yöntemlerle yasanın tasarısında söz sahibi olmak istediklerini beyan etmişlerdir. Değil muhatap kabul etmek, öğretmenler bu haklı isteklerini dillendirirken gazla, jopla, göz altılarla susturulmaya çalışılmıştır. Eğitim emekçilerinin bu dayatmacı yasa koyuculuğuna karşı dört dörtlük mücadeleci duruşu tarih kitaplarında şanlı direnişler arasında önemli yerini alacaktır.

   Unutulmamalıdır ki;yasalar kolluk kuvvetlerince zoraki uygulattırıldığında;  günü geldiğinde o kolluk güçlerini yargılayanların akıl gücüyle oluşan yasalar olduğunu , bu gün on iki eylül davası görüşülürken net görmekteyiz.  

   Eğitim programlarını uygulayacak öğretmenlerin sesine kulak verilmediğinde bu zorbalığın uygulanamayacağı da gözlerle görülmeyecektir. Öğretmenler bilimin ışığında , düşünen, sorgulayan, hak ve özgürlüklerine sahip, insani değerlerle donanmış bir gençlik yetiştirmeyi hedeflerler.

    Körpe dimağlar üzerinden  uygulanan kısa dönem kar oyunlarının politikalarını bir yana bırakıp, bilim çağında eğitim sürelerini aşağı çekmek yerine herkes için, nitelikli, bilimsel, eşitlikçi, hak ve özgürlükleri kapsayan, çağdaş,  herkesin, her kesimin istekleriyle örtüşen seçebileceği seçmeli derslerin bol olduğu, yaşamsal kararların  verilebildiği akıl olgunluğuna erildiğinde  mesleki tercihlerin yapılmasına  cevap verecek artı bir dördün daha, üniversite eğitiminin eklendiği bir yapılanma eğitim çalışanlarının, sivil toplum örgütlerinin  görüşleri doğrultusunda oluşturulup hayata geçirilmelidir.

   Yasa köşkte onaylanmayı beklerken sokaktaki  dörtlü tartışmaların sesi yavaş yavaş kesilmekte, tartışmalar yerini sürekli değişen gündemin başka bir malzemesine bırakmaktadır. Sistem gündemlerini oluşturup bizleri oyalayadursun; bizler doğal haklarımızı elde etmenin yollarını öğrenmenin ancak ve ancak dört dörtlük bir eğitimden geçmekle mümkün olacağı bilincini taşımalıyız…

                                                                                            04.04.2012
                                                                                       Günay UZUNER  

31 Mart 2012 Cumartesi

4+4+4


KESK

 Onlar en güzelini, en doğrusunu, cesaretle dört dörtlük yazdılar.

28 Mart 2012 Çarşamba

bir kıvılcım da sen yak



yanıp dururken
    titreyen mum alevinin
        tek yanmanın aczi içinde
             etkisi ne ola ki
                 yanıbaşındaki  o alevin
                      ısınmaktan sarhoş
                            hava zerreciklerini
                                itelemekten başka?
                                     ya itelenen hava zerrelerinin
                                          iteledikleri ve
                                               onların dokunup da
                                                   ötelere savuşturduklarının                
                                                        halka halka yayılıp
                                                            zincirlerinin  son durağı
                                                                 son dayanağı neresi ola ki?
                                                                       karanlığa bir kıvılcım çakınca
                                                                           nereler aydınlanır görüyor musun?

                                                                                                          28.03.2012
                                                                                                          Günay UZUNER

                                                                    

24 Mart 2012 Cumartesi

adsız

bi şey olmuş bi şey
hissediyorum derinden                                            
anlamlandıramıyorum bir türlü
ironisi sanırsam sunduğu yaşamın
neticeden sonra "ha buymuş!" diyebileceğim
avatarlar inmiş yeryüzüne insan kılıklı görüyorum
fısıldaşıp duruyorlar sessiz usulca; yarım yamalak duyuyorum
bişey bişeyler olacak biliyorum ahvalimin  manasını sonunda
kendim çözmüşcesine ferahlayıp  "hah işte bu o !" diyeceğim
                                                               
                                                            12.02.1993
                                                         Günay UZUNER



22 Mart 2012 Perşembe

kan gölü

                 
                     kırmızının içine kırmızıyı katınca
                     kıpkırmızı olur kırmızı
                     kırmızı kere kırmızı
                     kıpkırmızı

                    ortalık mahşer yeri
                    kaos içinde kavga döğüş          
                    günortası güneşten koparılan
                    kızılca kıyamet

                   uykuya vurduk hepimiz
                   gün kararınca şaşırıp
                   geceye günün karanlığını katınca
                    toz buluta bürünüp
                   olur kapkara ortalık
                                
                  biz uyuruz koparılır
                  parça parça alevinden
                  biz uyuruz
                 güneş çalınmış olur
                 biz hep uyuruz

               
                gün gelir
                titrer durur
                yazda ayazda kalır
                üşür de uyanırız
               bakmışız ki
               günler 
               gece gece kokmakta              
               her yer
               kara kapkara
               yaşantımız
               zindan kere zindan olur
                            
                           26.12.1993
                           Günay UZUNER