22 Şubat 2013 Cuma

HARMAN YERİ


     Gönüllü dua öğreticimiz Mehmet Dedenin  verdiği teneffüs arasında en zevk aldığımız oyunlardan birine koşuştururduk on dakikalık da olsa. Dövene binmek çok müthiş bir şeydi. Üzerindeyken buğdayları tanelerine ayıran dövene yapışık çakmak taşlarını hissederdik adeta. Yalpalanmanın verdiği haz anlatılamaz güzellikte bir taddı.
      Tozun toprağın içinde dövenin üzerinde ağustos sıcağının savurduğu saman kokularının verdiği hazla karışık atların hızlı dönüşüne ağırlık diye oturtulan cılız bedenimizin bir sağa , bir sola savruluşunun verdiği gıdıklamalardan yere düştüğümüzde; gülüşmelere ara verebilip de atın dönüş devrini tamamlayamadan dövene binebildiysen ne ala, yetişemediysen atın hızına kendini ezilmiş buğday saplarının üzerinde sağa doğru fırlatmak zorunda kalırdın tepiklerden korunmak için; içine elbisenin orasından burasından girip kaşındıran samanlar da cabası. Bir de alan gıdıklamayla biteviye kıkırdayıp gülüşürken atların üzerlerine konan sineklerden kurtulmak için sallayıp durduğu kuyruğunun sillesi yüzünüze geldi mi, hayatının şokunu yiyip korkmaya gör. Sıcak, toz- duman, saman kokusu, rüzgar, gülüşmeler, düşmeler, kalkmalar, göze kaçan tozlar, ve ve atın kuyruk kamçısının şiddeti , ama inadına da aldığın zevk, Mehmet Dedenin seslenişini geç duymaya, defalarca seslenmesine  fazlasıyla yetiyordu bile…
    Yolun tek tarafına sıralı evlerimizin karşısında yolun diğer sırasında Raif Amcanın çiftliği vardı. Çiftlik öyle bilinen kadar büyük değilse de bize devasa gelirdi.İki at, birkaç inek, koyun, tavuk, ördek , bir- iki  kedi, bir köpek ve kellerden ibaret olan hayvan topluluğuna karşı, haaa az kalsın unutuyordum çiftliğin tek oğulu Hasan abinin geceleri altını ıslatmasını önlemek için yakalayıp gizlice yedirmeye çalıştıkları ileri gidip bizlere de tabii, ben sürekli kadınların arasında olduğumdan bana yutturamadıkları ve vejeteryan olmamın en büyük sebebi  kirpi ve fareleri ve de tüm börtü böcek yabanıllara karşı her tür meyveden birer ikişer ağaç dikiliydi, en çok da elma ağaçları vardı. Kapımızın karşısına dut ağacı denk gelmişti. En cömerti de oydu bana kalırsa. Vakti geldi mi, yerler dutla dolardı,  sinekler, kelebekler ve mahallenin çocukları epey bi kısmetlenirdi. Bizim almamız yasaktı yerden de olsa, annem “Arsız demesinler” tembihiyle sokağa salardı bizi. Gerçekten de hiç birimiz bir tane dut almazdık kaçamak da olsa ağzımıza yerden bile. Silkeleneceği zaman dutlar, brandanın bir ucundan tutmaya çağırırdılar bizi, silkeleme işi bittiğinde çabucak sıvışırdık oradan ama  Sadiye Teyze nafakamızı koca bir tepsi ile arkamızdan getirir “Çocuklar yesin “ derdi anneme kıza kıza.
        Komşularımız  Sadet abla, Sadiye Teyze, Şerif Teyze, Çorçil aynı zamanda da arkadaşlarımızdı annemle benim. Annemin üstten basmalı düğmeli sabit saplı Aga Marka seyyar radyosundan saat on oldu mu arkası yarını dinlerdik mahallecek.  Hiç unutmadığım Tütün Zamanını izlediğimizde gün boyu yorum katardık senaryosuna. Sadet Abla Zeliş olurdu hep;  ve kendini onda, onu da kendinde yaşatırdı.
        Mehmet Amca öğleleri bizi dua öğretmeye çağırır, sureleri o söyler biz tekrar ederdik. O yaz Kafirun Suresi “Kulya’ “ ya takılıp kaldım, ilerleyemedim nedense , ezberim de kuvvetliyken üstelik,on bir yaşında beşi bitirmiş idim bir de ...  Hergün hergün hocamızın karşısında utana sıkıla Kul Ya ha Kul Ya… Teneffüsler utancımı aralardı az da olsa..
       Sadet Abla teneffüs verdiğimizi görünce bize seslenir, ganimet bulmuşçasına sevinçle  “İşim var “ deyip , ağırlık yapacağımızı düşünerek üç-dört cılız çocuğu, bizi dövenin üzerine oturtur, kendi Zeliş’in senaryosunu sürdürmeye sanki bir çürük urganın kopuşunu fırsat belleyip, az ileride ağaçların ardına saklanan sevdiğinin el edişine uyarak sohbete sektire sektire giderdi. Anlamadığımızı sanırdı ya, biz de açık vermezdik çünkü en sevdiğimiz oyunla baş başaydık, nasılsa Sadet Abla birazdan anlatacaktı planlarını sevdiğiyle.
        O sevdiğiyle gönül eğlendiredursun biz de sevdiğimiz oyunla gönlümüzü eğliyorduk. Şimdilerde ne gelincikli buğday tarlaları ne harman yerleri çocukların oynaşı olabiliyor yoklar ki. Bir vakitler harman yeri şen kahkahalarımızla toza dumana karışıp, saplarından ayrılan buğdaylarının  mutlu sofralara ekmek olma yolculuğuna biz de kendimizce karınca kararınca eşlik ediyorduk…

                                                                                                 Günay UZUNER
                                                                     21.02.2013   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder