9 Ocak 2012 Pazartesi

AYNALAR ANI YANSITIR

       Büyük umutları yeni bir yıla saklamış eskinin hüznünü getirmişliklerini, getiremediklerini unutmuş günün getireceği mutlulukların peşine takılmış elli körpe can. Yıl denen İki koca zamanın kesiştiği sıralarda adı küçük güne koca mutluluklar katacak umudun peşine takılmış elli fidan . Çoktular, çocuktular, atışmalarını yapa yapa ilerliyorlar katırlarının hızıyla . Çocuktular çoktular.

    Karşıda kışı aynalayan dağları da aştılar mı gerisi kolay. Dağlar kışı aynalıyor, onlar baharın coşkusuyla yol alıyorlar. Hayat dolular her biri, şakalaşıp duruyorlar. Kahkahaları karşı dağları çınlatıyor. Dağa çarpan sesler geri yankılandıkça coşkuları daha bir artıyor, keyiflerine diyecek yok, hele de şu dağı aştılar mı. Dağlar ayna gibi bembeyaz…

   Şirvan Berdan’a sesleniyor:
- Berdo lee bi Türki çığırsana biye!
   Berdan dünden hazır ikilemiyor bile arkadaşını, yoldaşını.
   “Bu dağlar meşe dağlar,  
 Vermiş baş başa dağlar,
 Yarim küsmüş gidiyor aman,
  Koymayın aşa dağlar…”

    Ee kervanda yeni evliler, sevdiği olanlar, sevip de sevdiğinin haberi olmayanlar, sevdiğinin sesini duyma uğruna kontör alacaklar var. Her biri ayrı efkar içinde.

   İleride bir grup askeri fark ediyor Selim ağabeyleri .
- Hele dur Berdo, bi sus!
   Berdo sesinin son avazını dağlara yollayarak susuyor.
   Askerlere bakıyorlar hep birlik. O ara bir haber geliyor telsizin ucundan… Durum vahimdir.
- Ne yapılır, nereye gidilir, nasıl edilir ki? Bir kısmı alel acel kayalara sığınıyor, bir kısmı geri dönüyor, bir kısmı günü kurtaracak küçük ama koca umutlarına sıkıca sarılıyor, umutlarının yükünü taşıyan katırların altına sığınıyor kimileri.

   Bulutsuz havada yıldırım sesleri kulakları deliyor.. Bu ses çok da yabancı değil onlara; kulaklar, deliniyor, kollar, bacaklar kopuyor. Kiminin başı yüzlerce metre ilerilere fırlıyor bedeninden ayrılarak, kiminin bedeni paramparça.

   Gülerken,güle oynaya türkülerle umuda yol alırken, ağlamaya an kalmadan umutlar sönüyor, fidanlar paramparça yerlere saçılan kopuk bedenleriyle umuda, yaşama veda ediyor, umutlarının bedeli mazotun bedenlerini kül ettiği ölümün kokusunu saçarak sınıra beş kala, yeni bir yıla üç gün kala, karlı dağların eteğinde ömürlerinin baharında, umudu taşıyorken. Yaşamla ölümün sınırını onlar çizmişti şimdi.Her daim kolay aşabildikleri sınır bu defa geçit vermemişti onlara koca gözlerle gören katillerin yüzünden.

   Sınırda otuzbeş can bombardımana tutuldu. İhbar edenler dikilip seyrettiler yanışlarını, kimyasalların pis kokusunu tiksinmeden miski amber gibi döşlerine çekerek. Tıpkı bombalayanlar gibi bombalamayı emredenler gibi borderline kişilikleriyle insanlığın sınırını aşmıştılar, yürekleri taşlaşmış, yürekleri kurumuştu. ‘Kazaydı, operasyon hatasıydı’ deyip avuçlarını sıvazladılar sonra da… Sonra da ‘sınırı aşmaya çalışan kaçakçı’ durumu vicdanlarını okşadı.

    Sınır, kimin sınırıydı ki? Ankara’dan oturarak hesaplamadan, ölçüp biçmeden büyük pergelleriyle çizenlerin miydi? Çizdikleri sınırların içinde açlıktan çaresiz olanların, açlık sınırında yaşayanların sınırı mıydı? Sınırların dışında kalanlarla içerdeki aynı ailelerin fertlerinin miydi?

    Elbette ülkelerin sınırı olmalı, korunmalı da sınırlar ama ondan önemlisi sınırlar çizilirken insanların ait olmak istedikleri vatanı seçme haklarının olması, aidiyetlerinin sonunda seçtikleri vatanında karnı tok, kendini ifade edebildiği, ülkesinin tüm kaynaklarından herkes gibi yararlanabildiği ve sağlıkla, huzurla,özgürce umutlarını yeşerttiği bir vatandaş olmasıdır.

   Ülkemizin sınırlarını koruyan erkler halkın yoksulluğundan yararlandılar yıllardır. Kendi çıkarları uğruna göz yumdular sınır ötesine gidip gelmelere, istismar ettiler insanların umutlarını. Ne sınırları koruyabildiler ne de sınır içindeki insanların insanca yaşama haklarını. Tebeşirle çizdiler önce sınırları pergelin ucundan, akılları esti tebeşiri kendileri tutarak deştiler toprağı derinden derinden çizerek sınırları, tüm hınçlarıyla pergelin sivri ucuyla, mayınlarla, bombalarla heder ettiler binlerce canı…

  Ölenler kaza sonucu ölmüşlerdi zaten, zaten kaçakçıydılar, zaten teröristtiler ve hatta Türk değillerdi. Vatandaş olmanın baş koşulu, sınırı Türk olmaktı, Türkiye de Türkler’indi zaten. Zaten dağdan indirilmişti Kürtler, hem zaten ölenler Kürt’tü…

   İnsanların akı karası olduğu gibi, hayvanların da akı karası vardı birilerine göre. Tüm aktivistler, hayvan severler bir kedi dama çıksa ayaklanır, bir bizon vurulsa ayaklanır, panter kesilirdiler. Kediler köpekler evlerimizin, bizonlar kürklerimizin süsü olduğundan mı daha değerlidir ki? Otuzbeş insanla birlikte bir o kadar da katır öldü aynı biçimde, parçalanarak, ödleri ağızlarında.

  Katırlar onlardan pek söz eden yok, onların adları bile yok. Katırlar işte.Doğanın kurallarına karşı koyup sınırlarını aşan Eşek bir baba ile beygir bir anadan peydahlanan ucube şeyler, hem zaten sarhoştular.Güçlerine güç katmak için viski içirmişlerdi onlara.. Ne kadar da suçluydu şu kaçakçılar?

   Sadece katırlar mı? Uçuşan kuşlar, börtü böcek, yılan, çıyan, hatta fareler, ve hatta kaplumbağalar, kirpiler, uyuyan uyumayan tüm mahlukat bir bombardımanla yaşamın sınırlarını aşarak ölüme yollanmamışlar mıydı?

   Evet ne kadar da suçluydu şu kaçakçılar, yaşlarına, boylarına bakmadan neler yapmışlardı neler. Ya hukuk devleti olduğunu iddia eden devlet yetkililerine ne demeli? Anayasa suçluyu yakaladığın yerde öldürmeyi mi emrediyor, sorgulamadan? Karakolun önünden bayrama gider gibi coşkulu gidişlerini seyreden komutanların kaçağa gidişlerine engel olmasını sınırlayan önündeki engel ne idi?

   Evet çoktular çocuktular… Çocuktular, büyüktüler, çocukluk yaşla mı sınırlıydı.. Misketleriyle oynamayı bırakıp yaşam gailesine düşmüştü bu çocuklar.Açlık mı çocukluk sınırını aşırtan, ulaşamadıkları umutlar mı? Oysa birazdan top oynayacaklardı…

   Uludere'den bakınca karşıda dağlar, ayna gibi duruyor. Onlar gördü zamanın sınırsızlığını, umudun, sınırları aştığını, ölümle yaşamın bir sınırda kesişerek kardeş olduğunu… Onlar gördü parmaklarla  tırmalanarak sökülüşünü topraktan limelerinin, kanlarının toprağa sızılışını.Başka başka katırlar üzerinde parça parça cesetlerinin taşınışını onlar gördü. Dağlar hala yerinde ayna gibi duruyor, ama aynaların hafızası yok, aynalar yalnızca o anı söyler...

    Karşıda dağlar ayna gibi duruyor, aynalar o anı söyler, an içinde otuzbeş can sonsuzluğa göçtüler; sonsuzluğun sınırı yok ki;  Berdan’ın sesi Roboski Dağları’nda yankılanıp durmakta; o anı yansıtıyor o dağlar, sınırlarda:

“Bu dağlar ulu dağlar,  
Çevresi sulu dağlar                                              
Şurda bir garip ölmüş aman    
Kimi var,kimi ağlar?
                                                                                                                                 09.01.2012         
Günay UZUNER                   

FBM blogerleri bu defa "sınırlar" ded,i ben de sınırlarımızda bu günlerde yaşadığımız elim gerçeği kaleme aldım.

     

1 yorum:

  1. Sınır ticaretinin ne oldugunu biraz anlamak isteyenler Bahman Ghobadi'nin "Sarhoş Atlar Zamanında" filmini bi' izlesinler.

    YanıtlaSil