1 Kasım 2011 Salı

ACIYI BAL EYLEMEK




       Kontrolden çıkmış bir çift mavi göz. Telaşlı, sevinçli, heyecanlı, meraklı… Karmaşık duygularını bir arada yansıtıyordu o gözler;  bir dışarı fırlıyor, bir  içe doğru çekiliyor. Daha çok özlem yüklemiş pınarlarına, göz yaşlarıysa sağanak sağanak, zapt edebilene aşk olsun..

        Tamı tamına yirmisekiz yıl, dile kolay; yirmisekiz yıl olmuştu… Donklama sesleri, çan sesleri, insan sesleri… Haykırışlar uğultuya dönüşüyor, hiç birini duymuyor, duymuyordu. Kulaklar da işlevini yitirmişti sanki. Ayaklarına hakimdi bir; olduğu yerde çakılı, öylece duruyor İda. Oysa çok kereler bakmıştı aynı yere bunca yılda. Hep bi özlem , hep bi öfke , hep bi korku vardı; daha çok da umutsuzluk ve karanlık vardı beyaza boyalı bu duvarda. Karşısındaydı yine, korku yoktu bu defa, umutsuzluk da yoktu, öfkeyse hiç yok. Beyazı da kara görmüyordu. Ya özlem? Özlem tavan yapmıştı şimdi. Burnu sızladı gene. Göz yaşları boşaldı durdu dinmeksizin…

       Son görüştüklerinde Helga’yla, onbir yaşındaydı. Üzerinde mavi şort, pembe bluz vardı ikisinin de. Bu gün de sadık kaldı aynı renklere; mavi bir pantolonla pembe bir gömlek giyinmişti . Çocuksu değildi ayak- kabıları, tökezlenip düşmüyordu topuklularla artık. On birli yaşlar… gülümsedi bir an, gitti o günlere bakışları. Ne güzeldi, acılar olsa da ne güzel…

     Helga tel örgünün altından gizlice sıyrılmış, karşıya İda’nın yanına geçmeye çalışırken bluzunu  tele takıp yırtmış, sırtı da  derince çizilmişti. İnceden kan sızıyordu yarasından da aldırmadı bile.Oynadılar oynadılar oynadılar gün boyu ,tel örgüden uzakta..Gün uzayıp yüz yıl olmuştu, hava kararınca yüz yıl, bir an ol muş, kısalıvermişti. Gün bitsin istememişlerdi hiç o gün.  Sarıldılar sıkı sıkıya ayrılırken; son görüşmeleri, son oyunları, son çocuk günleri olduğunu bilmeden.El salladılar birbirlerine, Helga hoplaya zıplaya gitme ye başladı, gözden kaybolana dek baktı arkasından İda.Sırtı kana bulanmıştı Helga’nın,umursamazdı hala.

      Helga’yı andıkça yirmisekiz yıldır, ilkin  sırtındaki yarası aklına gelir, içi sızlar hep, o günkü mutluluğu belirir gözlerinde içini rahatlatan gülümsemeyle dağılır hüznü sonra… ” İzi kalmış mıdır?” diye düşünmeden de kendini alamaz. Oyunlardaki tad tüm acıları yok etmeye birebirdir.  

      Son ayrılıklarının gecesinde koca bir duvar örülmüştü Berlin’in orta yerine. Evet evet bir gecede kocaa bir duvar. Kırküç km uzunluğunda,dört buçuk metre yüksekliğindeydi duvar. Üzerine teller çekilmiş, yüzlerce gözetleme kuleleri yapılmış, ön cephesine mayın tarlaları döşenmişti. Takvimler 13 Ağustos 1961’i gösteriyordu o gün.  

       Evleri duvar dibindeydi İdalar’ın. Camdan Batı’yı görebiliyordu. Bir zaman camdan seyrederek bekledi durdu Helga’yı, bakışları uzaklara uzaklara dalıp gidiyordu da bir türlü göremiyordu onu, gözleri buğulanıyor “Gelir de göremem” kaygısıyla hemen siliyordu yaşlarını.  Duvar yapılalı beri “Tehlikeli” diyerek oralara göndermiyordu annesi Helga’yı. Duvarın üzerinde silahlı askerler, köpekli polisler dolaşmakta ve kaçanları vurdukları söylenmekteydi.

       Boşuna bekledi durdu Helga’nın gelmesini, taaki pencerelerine tuğla örülene kadar.İnsanlar camdan atlayarak batıya geçmeye çalışıyorlardı çünkü. Onlar hiç yeltenmedi karşıya geçmeye, babasına isteğini söyleyemiyordu. Burda olmalarının nedenini anlam veremese de az çok biliyordu. Artık batı yakasını göre miyordu. Zaten bir süre sonra da evleri askerlerce yıkılacak, içerilere doğru, daha doğuya taşınacaklardı.

      Anne ve babaları bindokuzyüzaltmışbir baharında birbirine darılmış, yuvaları yıkım noktasına gelmişti.  Baba İda’yı da alarak Doğu Berlin’deki annesinin yanına yerleşmişti Küskünlük geçene değin babaannesinde kalacaklardı.. İkiz kardeşi Helga  annesiyle Batıdaki  evlerinde kalmıştı. Bu durum iki kardeşi çok üzüyordu. ama yapacakları bir şey de yoktu.  Duvarın örülmesi birçokları gibi; bu aileyi de  derinden sarsmış, yıkıma uğratmıştı.

      Duvar bir kenti, bir ülkeyi ikiye bölmekle kalmamış, bir çok aileyi, akrabayı, sevgiliyi ve kardeşi de 
birbirinden ayırmıştı. Ayrılanlar kavuşmanın yol ve yöntemleri için hayli kafa yormuşlar , kimi içiçe geçmiş bavullar, bagajlar yapmış, kimi evinde yaptıkları balonlarla karşıya geçmiş ,kimi askerleri oyalamış… Bazı planlar başarıyla uygulansa da bir çok plan uygulanamadan ya da uygulanırken bozuluvermişti. Yirmisekiz yılda beşbine yakın insan kaçmayı başarmış, üçyüze yakını ise duvardan kaçarken öldürülmüştür.

     Geçen yıllar bebeleri, çocukları bir anda büyütüvermiş, yetişkinleri de yaşlandırmıştı. Otuzdokuz yaşındaki Helga’da  aynı zaman içinde batıda ,duvarın  grafitiyle renklendirilmiş kısmında, kalabalıktan uzakta bir yerde durmuş, bir renk alacasına odaklanmıştı. Bu insan kargaşasının gürültüsünü duymuyordu bile kendi kalbinin sesinden. Göğsünden fırlayacakçasına gidip gidip geliyordu kalbi gümbürdeyerek. Durmadan çalan çan seslerini, donk donk seslerini, insan seslerini bastırıyordu kalbinin  sesi.

     El sallayarak ayrıldıkları o güne gitti bir an.Yarın görüşmek umuduyla ayrılmışlardı el sallayarak.Sırtı çok acıyordu, sıcacık bir sıvı dalga beline doğru akıyordu, olsundu; canı, kardeşi onunlaydı. İyi ki de oyunla geçirmişlerdi günlerini, son çocuk günleriydi birlikte. Gülümsedi birden, eli ister istemez sırtına doğru uzanmıştı. Sanki kanın sıcaklığını duydu, içi rni rahatlattı bu duygu.

      Balyozlarını sallıyordu binlerce insan, rengarenk grafiti duvara doğru. Çanlar muştulamaya çalıyordu biteviye. Karnavalın coşkusu başlamıştı erkence. Kırılan taş parçaları sıçrıyordu üzerine… Sesleri duymadığı gibi bunlara da aldırmıyordu. İda’sına kavuşacağı anın umudunu yüreğinde tutuyordu. Yüreği küt küt atıyor, o yüreğini sıkıca tutuyordu, umudu dışarı kaçmasın, yıkılmasın diye.

      Konsolos olmuştu, Doğu Almanya’da görev almayı umuyordu ya da Doğu bloku ülkelerinde. Bir şekilde ulaşmalıydı kardeşine, İda’sına. Er geç başaracaktı bunu; yasakları aşıp duvarı yıkmış olacaktı.

      Balyozlarını sallıyordu yüzlerce asker beyaz duvara doğru. Çanlar çın çın çalıyordu bu yakadan da in- sanlar sabırsız, insanlar özlem yüklü, duvar dibine yaklaşmış bekliyorlardı üzerlerine sıçrayan taş parçalarına aldırmadan. İda’da yerinden kıpırdamadan bekliyordu öylece. Nefesini tutmuştu adeta, tek gözleri, masmavi gözleri fıldır fıldırdı. “Yine oyunlar oynarız!” diye geçirdi içinden, otuzdokuz yaşını düşünmeden;  gülümsedi sonra da… Ahh bir kavuşabilseydi kardeşine…

     Yüksek atlama çalışmıştı yıllarca. Şampiyon olmuş, rekorlar kırmış, rekorlarını egale etmişti. İki metreyi aşabiliyordu. Çıtasıyla atlama sehpasına her yükselişinde; “Bir gün sırıkla atlayıp, duvarı aşarak karşıya geçmeliyim! Evet evet  onu da başaracağım Helgam için” diyor, rekorunu yeniden yeniden kırıyordu.

     Balyoz darbeleri de kırıyordu dev taşları “Utanç Duvarı” yıkılıyordu şimdi. Küçük gözenekler bir anda irilmiştiler, insanlar elleriyle itiyordu, öteden beriden beton parçalarını. Doğu’dan Batı’dan yüklendiler koca duvara yüz binlerce insan umutlarının sevgilerinin, acılarının, hırslarının, özlemlerinin gücüyle. Duvar yıkılmıştı yer yer. Sanki hedef karşılara geçmekti tek. Sanki kimse kimseyi görmek istemiyordu da vatan hasretiydi tek. Arkalarından kovalayan yoktu, içlerindeki duvarları yıkma, yasakları aşma hırsı ileri ileri itelemişti insanları… Bu coşkulu insan seli önüne katıp götürmüş, sürümüştü beton parçalarını...Kiminin sabrı tükenmiş duvardan öc alırcasına üstüne çıkıyor, karşı tarafa atlıyordu...

    Yıkım çoşkulu olmuştu. Çanlar daha bir gür çalıyordu, ateşler yakılmıştı ocak ocak.İnsanlar mutluluk şarkıları, marşlar söylüyordu olanca sesleriyle, alkış tufanı çınlatıyordu yeri göğü. Bir yıkım, görkemli bir yıkım  mutluluğun adını haykırtıyordu insanlara. Dünya insanları evlerinde, koltuklarına hop oturup hop kalkarak heyecanla duvarın yıkımını izliyorlardı canlı yayınlarda . Takvimler 9 Kasım 1989’u gösteriyordu.

    Nicedir yerinde sabit duran İda ilerlemeye başladı, insan kalabalığını yara yara.Kimi aradığını iyi biliyordu. Karşısında ayna vardı da, aynadaki  kendine yaklaşıyordu sanki. “Aman Allah’ım bu Helga!” diye haykırdı. Helga da hemen hemen aynı giysileri giyinmişti. O da ikizine doğru yöneldi koşar adım.; “İdaaa İdaaaam!” diye ünleyerek.

    Yıkılan duvarın tam da dibinde öyle bir sarıldılar ki,  bir daha ayrılmaktan korkarak, öyle bir sarıldılar. Eli sırtındaki yarasına gitti kardeşinin: “Çoktaaan geçti!” der gibi elini salladı Helga. Gülüştüler…

    Oracığa,yıkılan duvardan kopan bir taş molozunun üzerine oturdular. İki çift mavi göz birbirinin içine seyirtti durdu. Özlem geçti gözlerden,sevgileri geçti,acılar, yıllar geçti , çocuklukları geçti… Konuşmadılar bir süre, el ele kaldılar öylece… Gözlerde aynı görüntü sabitlendi ayrılık ve kavuşma vakti.

     Annesini sordu biri, babasını diğeri. Yıllar iki ülke arasındaki buzdan duvarı , taştan duvarı yıkmaya yetmişti de anne-babalarının arasındaki duvarı yıkmaya yetememişti. İnsan Sevgisinin gücü alt etmişti duvarı, uzunca zaman alsa da; İda’yla Helga’nın sevgisi de anne ve babalarının kin duvarlarını yıkmayı zaman içinde başaracaktı şüphesiz.

      Ayrılanlar kavuşmuştu, ülke yeniden tek bayraktı. Berlin tek Berlin. Duvarın parçaları acıları değil yıkılışı hatırlatmak adına sergilenmekte, hatıra olarak saklanmaktaydı. Mutlu olanlar çok olmasına çoktu; çoktu da eski yaşam koşulları aranır olmuştu zamanla. Batı’da işsizlik artarken Doğu’da ucuz iş gücü nedeniyle iş olanakları doğmuş, Doğulular sömürülür olmuştu.. Batı Almanya gelişimini sürdürürken, insanı yine lord; Doğu Almanya hala bakımsız ve viran, Doğu insanı hala ilkel ve hakir görülmekteydi. Kardeşler kardeşlerini ötekileştirmişti. Yaşamda edinilecek kapital paylar ağır gelmişti, hasretten de sevgiden de.

   Bu gün yetmişbir yaşındalar, zorunlu haller dışında hiç ayrılmadı ikiz kardeşler. Anne babaları da aralarındaki buzdan duvarı yıkmıştı göçmeden bu dünyadan kızlarının çabasıyla. Şimdi  Berlin’in orta yerinde yıkılan duvara yakın bir yerde ebedi uykularında birlikte yatmaktaydılar.

    Tarih içinde nice duvarlar yapıldı, insanları ayırmak adına, insanların birbirinden korunması için. Nice duvarlar bombalarla yıkıldı, yerle bir edildi içindekileri alt etmek, ele geçirmek için. Bir duvar ki adına “Utanç duvarı” dendi. Yıllarca acı çekti insanlar, hasret çekti kardeşler, anıları acılarla yoğruldu, acıları, özlemlerle birleşti, güçlendi özlem leri, sevgilerle pekişip , çığ gibi büyüdü, büyüdü, büyüdü de binlerce askerin, köpekli polislerin kuş uçurtmadan nö- bet tuttuğu, eteklerinde  mayın döşeli o  devasa duvarı yıkıp, acıyı bal eyledi.

                                                                                                  30.10.2011          
Günay UZUNER      

"yıkım" konusuyla yıkılan ne varsa saptamaya çalıştık FBM blogerleriyle ayrı koldan            .        
     

1 yorum:

  1. Berlin Duvarı yıkılınca bir kardeşlik çağı açılıyor dedik, nafileymiş, İsrail dikti şimdi de bir utanç duvarını
    Tuğba Kasapoğlu

    YanıtlaSil