15 Kasım 2011 Salı

TUANA

      Serseri otlar hallerinden oldukça memnun hafifçe esen meltem eşliğinde danslarını ederek şarkılarını söylemekte, samansı parfümlerini kıra bayıra yayarak çalım satmaktalar. Buğdaylar da kıskanmış, onlara eşlik etme derdinde, şarkılarını fısıldayarak sağa sola yalpalanmaktalar. Bunaltıcı bir sıcak var oysa; çoban kaval çalma görevini otlara devretmiş, gölgesine sığınabileceği tek ağacı bulmuş davarlarıyla, suya hasretinden çatlam çatlam olan  toprağa uzanmış siesta durumunda gölgelenmekteler.  Bakmayın şarkılarla dans etmelerine buğdayların. Otların baştan çıkarıcı davetlerine ‘hayır’ diyememenin acziyle günlerini gün etme derdindeler. 

       Muratgilin damın ardında hummalı bir çalışma var. On - onüç yaş arası beş- altı çocuk değneklerle bir şeyler yapmakta, yaşça ufak olan beş-on tanesi de büyük bir hazla onları izlemekteler. İneklerin tuz yaladıkları taşın üzerinde de köyün delisi Merdan oturmuş, biraz tedirgin, olup biteni, hep yaptığı gibi ‘uzaktan seyretmekte.’ Uzaktan seyretmekte çünkü kendine koruma mesafesi oluşturmuş. 

     Merdan  onaltı yaşlarında fakat göstermiyor. Hep itilip kakıldığından gelişememiş. Kimin canı sıkkınsa sürekli etraflarında olduğundan Merdan’ı terslemekte, yakınlardaysa tekme tokat söverek kovalamaktalar. En büyük zevki çocukların peşinde dolanmak. Onlar oynarken iç geçirerek onları seyreder, yanlarına yaklaşamaz, uzaktan bakar durur. Bir Yiğit oğlan çağırır yanına. O varsa Merdan da güvenle yaklaşır çocuklara. Çocuklar acımasızdır; vurmasa lar da “Merdo, derdo “ diyerek kızdırır ağlatırlar onu. Birçoğunun ebeveyni de izin vermez onunla oynamalarına, ona yaklaşmalarına. Fakat bir şey taşınacaksa, bir yere gidilecekse Merdo’dan iyisi yoktur.

    Çocuklar yaptıkları işe iştahla sarılmışlar, canhıraş uğraşmaktalar. Uzunca olanı çatallı iki değnek birbirine sıkıca çapraz bağlandı. Plastikten bir tabak beyaz bir beze sarıldı, uzun değneğin üst kısmına çaputlarla tutturuldu. Çocuklar bağlanan değnekleri ayağa dikti. Anlaşıldıııı… Bu bir Dodi’ydi. Dodi beziyorlardı çocuklar. Hemen bir kız elbisesi giydirdiler değneklere. Tabak baş görevi görecekti. Tepesine saç niyetine biraz kara yün koyup yazmayla bağladılar başını. Kömürden kaş, göz çizip, tuğladan dudak boyadılar. Ayaklarına bir çift eski çorap giydirip iple sabitlediler. Süslediler, püslediler, bezediler, epey uğraşıdan sonra değnekleri ‘Dodi gelin’ ettiler. 

    Dodi meydana çıktıkça çocuklar daha bir şevkle işlerini tamamlamaya çalışıyor, minikler sevinç ve heyecanla birbirine sarılıp duruyordular. Merdan da olayı sezmiş; büyük bir coşkuyla ellerini çırparak elindeki değneği yere vurup vurup, hoplayıp duruyordu. Coştukça coşmuştu. Herkes çok meşgul olduğundan kimse Merdan’ı fark etmiyor, gürültülü coşkusunu duymuyorlardı. Bir fark etseler bir taş, bir çubuk çoktan hatrını sorardı onun.

   Dodi bitmişti,  Yiğit’le Murat iki kolundan tuttular, çocuklar iki yanına ve ardına dizilip yola koyuldular. Merdan bir- iki metre arkalarından takibe başladı, sokulamıyordu bir türlü, Yiğit eletti etmesine ama o tedbiri elden bırakmıyordu.  İlkin Muratlar’ın kapıya dayandılar, çomakla çingil ve teneke çalıp, el çırpmaları eşliğinde onlarca çocuk korosu akortsuz fakat coşkulu türkülerini söyleyerek:
               “Dodi Gelin ne ister? Allah’tan yağmur ister,
                 Allah versin yağmuru, Siz verin, yağı, unu”

    Bahar geçmiş, yaz ortalanmış, günler günleri, aylar ayları kovalamış bir katre yağmur düşmemişti buralara. Zaman zaman yolunu şaşırmışçasına gökyüzünde şaşkın şaşkın dolanıp çabucak geçip giden pamuk şekerimsi beyaz bulutlar görünmekte, arada bir de dalga geçercesine bir esmer bulut ansızın görünüp, nanik yapıp yeryüzüne, nereye gittiği belli olmadan kaybolmakta. Köy de susuzluktan kırılmaktadır.

      Buğdaylar neşeyle şarkı söyleyip dans ededursun, başaklar iç doldurup tanelenemeden sararmışlar susuzluktan. Meyveler olgunlaşamadan kuruyup büzüşmüşler, sebzeler boyunlarını çoktan bükmüş, sararıp, solmuş, derelerin suyu çekilmiş, pınarların kaynaklarındaki su da tükenmeye yüz tutmuş. 

     Geçenlerde bir öğle sıcağında yaşlılar imamı da alarak yanlarına yağmur yağması için Dua Tepe’ye İstiska’ya çıkmışlardı. Yağmur yağmayınca, çocuklara göre; Tanrı’nın rahmetine yapacak bir şey yoktu mistik bir ritüel olan Dodi gezdirmekten başka. Taa ilkel çağlardan bu yana özellikle de Asya topluluklarında yapılıp süregelen çocukça dileyişti bu… Saftı çocuklar, dilekleri çabuk kabul görürdü yaradan tarafından. Onlar Dodi gezdirip, dua edecekler, yağmur dileyecekler, bolluk bereketlik adına topladıkları yiyecekler de her zamanki gibi işin eğlencesi olacaktı. 

     Siftahı Murat’ın annesi yaptı, bir tas yağ verip, ‘bereket yağsın’ diye bir maşrapa da su serpti arkalarından. Bu olay Merdo’yu çok güldürüyordu. Hoplaya, zıplaya gülüyordu ıslananlara.   Islanan çocuklar bu defa:

                 “Yağ yağ yağmur, teknede çamur!
                   Ver Allahım ver, sicim gibi yağmur.”

      İki-üç saat içinde bütün köyü dolaşıp durdular. Kapı kapı gezdikçe duyan çocuklar da katılıp seslerine ses katıyordu. Kuyruk uzadıkça uzadı.  Bereket boldu ama rahmetten eser yoktu. Topladıklarını telis çuvallara doldurdular. Herkes çuvalların bir ucundan tutuyordu. Merdo’ya da ağır bir çuval verdiler. O çocuklarla aynı işin içinde olmaktan çok mutluydu; umurunda değildi çuvalın ağırlığı.

   Dodi gezdirme işi Meryem Hala’nın evinde son buldu. Böyle planlamışlardı. Bu kadar çocuğu ondan başkası besleyemezdi. Köyün en iyisiydi o. Çocuğu olmadığından bütün köy çocuklarını kendi çocuğu gibi severdi. Bir dediklerini ikilemezdi. Herkesin Meryem Halasıydı yani. Yüklerini yığdılar kapıya:
                       “ Dodi dodi ne ister, Allah’tan yağmur ister,             
                         Dodi Meryem Halasından, helva, ekmek, aş ister!”

     Meryem hala toplanan erzağı ayırıp, pişirilecekleri ayarladı, fazla erzağı çocuklarla köyün en yoksuluna gönderdi. Köyün genç kızları yardıma çağırdılar. Toplananlar pişirilip, devşirildi, hep birlikte yenmeye başlandı. Uzaktan bakan Merdo’ya da ekmek arası bir şeyler verildi. O ekmeğini yerken bir yandan da çocukları imrenerek gözlemekten kendini alamaz. Herkes yemenin içmenin derdindedir. Yağmur, rahmet unutulmuştur, kapıya dayadıkları “Dodi gelin’de unutulmuştur, tezeklere sırtını dayamış ekmeğini yemekte olan Merdan’da.

    Merdan, karnı doymuştur ama yalnızlığına içlenmiş, ağlamaya başlamıştır. Öksüzdür zaten. Onu sarıp sarmalayacak annesi daha küçükken terk etmiştir yalnızlığa onu.  Bir babası, bir de Yiğit vardır koruyup kollayan. Yiğit çağırsa da kalabalıkta yanaşmaz yanına, alay edenlerle kavga etsin istemez, kendince o da onu korurdu. Koluyla sıvazlamaktadır gözyaşlarını, akan burnunu . Böyle oldu mu, içlendi mi göğe bakar dalardı öyle. Yine göğü seyretmeye koyuldu Gözü yukarıda bir esmer buluta seyirtti birden. Hüznünü unutup bulutu takibe takıldı. O da ne, bir damla düştü alnının orta yerine. Bu göz yaşı olamazdı. Bu bir yağmur damlasıydı. Gülümsedi, içi ferahlamıştı.

     “Dodi Dodi yağ, Dodi yağ“diye bağırıp koşmaya başladı Merdo. Hem koşuyor, hem bağırıyordu. Çocuklara al nını, alnındaki ilk yağmur damlasını ve ispatlarcasına gökteki esmer bulutları gösteriyor; “Dodi Dodi yağ, bak!” deyip, sabırsızca hoplayıp duruyordu. Herkes görsün istiyordu alnındakini ve göğü. Merdan önde çocuklar ardında koşmaya kapı kapı yağmurun gelişini muştulamaya başladılar. Merdan belki de hayatında ilk kez bu denli mutluydu, ilk kez öndeydi o, çocuklar da arkasında. Her kapıda yerçekimine dayanamayıp düşen; alnındaki izi güneşten kuruyan; orda olduğunu sandığı bir katreyi göstermeye çalışıyor mutluluktan uçuyor uçuyordu. İlk damla ona serpmişti, bulutlar da şahidiydi.

         O katre ki kıştan bu yana, aylardan sonra düşen ilk yağmur tanesiydi. İlk yağmur damlası, evet. Evet Merdan’ın alnına düşen ilk yağmur katresi,yağmuru müjdeliyordu. Yağmur yağacaktı belliydi. Kara bulutlar sarmıştı bir anda göğü, gök gürleyip duruyor, şimşekler ışıklarını saçarak, inletiyordu her yeri. Toprak çatlamış dudaklarını ıslatacak, başaklar dolgunlaşacak, meyveler dirileşip, olgunlaşacak, sebzeler, canlanacak, çocuklar meyve bahçelerinden meyve çalıp yiyecekler, dereler çağlayacak, kaynaklar suyla dolup taşacak, pınarlardan oluk oluk sular akacak. Koyunlar meleşecek, çoban dinginleşip kaval çalma görevini devralacaktı. Köy yeniden canlanacaktı. İlk yağmur damlası düşmüştü artık… Köyü cennete dönüştürecek yağmurun ilk müjdecisiydi o, ilk yağmur damlası, tuanaydı.

08.11.2011            
GÜNAY UZUNER   

"İlk yağmur damlası" nerelere düşmüş diye FBM blogerleriyla aranıyorduk, ben  onu burada gördüm      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder