30 Eylül 2011 Cuma

MİNİK SERÇENİN ÜRKEKLİĞİ

      

   
      Daha fazla dayanamadı üzerindeki beyaz kristal yığınının ağırlığına. Nicedir tek başına duruyordu ağacın dalında. Oysa ne rüzgarlar, ne yağmurlar ne de güneş binlercesini koparıp, sürüklemiş, yere fırlatmıştı da bir o tutunabilmişti dalına. Rengi yeşildi önceleri, sarardı, kızıllaştı sonra, koyu kahveye dönüştü. Direngendi, inatla salınıyordu dalında.
     Artık kış kendini iyice göstermeye başlamış kar hafiften serpeliyordu. Karın yükü ağır gelip dalından kopan yaprak yer çekiminin gücüne direnemeden hızla inmeye başladı aşağılara.
    Soğuktan zaten titremekte olan serçecik yaprağın kafasına değmesiyle korkudan irkildi. Ürpertisi minicik yüreğini de titretmeye başlamıştı. Nasılsa bir o kalmıştı ağaçtaki yuvada. Annesi tutamamıştı kanadından, nerelerdeydi kim bilir, hangi zalimin ağına takılmıştı da yoktu ortalarda. Diğer serçeler çatı aralarında, ağaç kovuklarında sıcacık yeni yuvalarında şen şakrak şakıyorken, o nasılsa burada mahzun kalmıştı.
     Camdan dışarıyı seyreden çocuk serçeciğin ürpertisini fark etti birden. Oda dışarıya çıkamamıştı soğuktan. Arkadaşlarına bakıyordu  daha kimse yoktu sokakta. Gökten pamukçuklar savruluyordu raks ederek . Onları takibe koyuldu. Karları kovalarken gözleri serçeyle karşılaştı. Üşüyordu serçecik, korkmuştu da . Aç da olabilirdi. Naapsaydı acaba? Camı aralasa içeri gelir miydi ki? Denemeliydi. Daha fazla ürkütmemek için  yavaşça araladı camı. Koştu mutfaktan bir dilim ekmek aldı cam kenarına ufaladı; içeri gelmese bile mecal bulursa karnını doyurabilirdi.
    Çocuk da üşümeye başlamıştı.  Beyazın bu kadar ürkütücü olduğunu düşünememişti hiç. Hadi siyah karanlıktı korkutucuydu, ya beyaz. Cama düşen karlara dokundu parmak ucuyla ürperdi o zaman. Serçeciğin halini düşünemiyordu bile. Cam açıldığında daha da korktuğunu gözleyebiliyordu. Minik yüreği kıpır kıpırdı titremekten.
     Kuşun ürkekliğini kanadının titreşimleriyle aldı kar taneleri, uçuruverdi bir hastane odasına... Titriyordu, çaresiz ve kimsesiz...
     Sekiz aylıkken ölü annesinin karnından alınan adı konmamış bir bebek aynı ürpertiyle küvezinde yatıyor. Camın ardından minik yüreciğinin atışları hissediliyor. Annesi ve ablası bir vurgunda vurulmuş hayatta değiller; babası ve bir ablası yaralı. Çekip çıkarmışlar ölü anasından ayırıp yaşayabilsin diye.
     Anne karnındaki yaşam sürecini tamamlamadan yapay bir kucakta yaşam mücadelesi veriyor titreyerek. Camın ardından küçük bir serçenin ürpertisini görüyorum bebecikte. Minik serçenin yalnızlığı, üşümüşlüğü korkusu sinmiş üzerine.
     Derken camı aralayıp yaşama tutunmasını sağlayamadık bebeciğin ; “Hoş geldin bebek , yaşama sırası sende…” diyemedik.

                             30.09.2011             
                          Günay UZUNER          

1 yorum: