17 Ekim 2011 Pazartesi

AYÇA'NIN SUYU

    Ayça’nın suyu gelmişti! Yoksa ne yapardı   o. Vermeliymiş hemen annesi. Taaa eve gitmiş suyu almak için koşuşturarak. Her ne kadar biz veririz dediysek de teneffüste, içindeki şüpheyi de dışa yansıtarak  “Unutmazsınız de mi?” demeyi de ihmal etmeden isteksizce uzattı suyu. Bir gurup öğretmen birbirimize bakıp güldük, biraz öykünmeyle, biraz alaysı,  daha çok da üzerinde düşünerek.

      En kıymetli varlığını, çocuğunu elimize sorgusuzca teslim eden zihniyet bir pet şişe suyu teslim etmekte tedirgindi. Gerçi bir şehir-kasaba kadar ikibin-üçbin ve daha fazla öğrenciyi okullara tıkıştırıp, üç-beş yönetici,elli-altmış öğretmene teslim eden, ve o öğretmenlere güvenmeyip veli memnuniyeti, öğrenci memnuniyeti anketleri düzenleyen, dahası mezun ettiği öğretmenleri atamayıp ayrıca KPSS'ye tabi tutan zihniyetten pek farkı yok bu tutumun. Olsa olsa küçük bir modeli. Şehirlerde kasabalarda yerel yönetim ve hükümet yönetiminde bir çok yönetici, bunlara bağlı memurluklar, bir çok meslek erbabı olmasına rağmen okullarda bir sağlık memuru dahi bulunmamakta. Bir şehir insan bir yüksekçe taş yapıda yığılmış, içecek suları yok.

      Velinin tasasını azaltmak için hemen bir kağıda Ayça'nın adı yazıldı , yapıştırıldı pet şişenin üzerine, diğer teslimatlara karışmamalı. Kargo acenteleri bile böyle titiz çalışmıyordur. Ayça’nın suyu, Burçin’in kitabı, Ezgi’nin tostu, Arif’in montu, Şeyma’nın şemsiyesi, Melih’in harçlığı… Hepsi benzer evhamla teslim edildiğinden tek tek etiketlenmeleri gerekir.

     Çocuklar bir ton yük taşıyorlar dersliklere. Ders araç gereçleri bir yana, beslenmesi, suyu ,kolası, meyvesi, krakeri, keki, şekeri ayrı yana, her teneffüste oynayabileceği ayrı ayrı oyuncakları öte yana. Dünya turu atan gezginlerin sırtında bu denli yük yoktur vallahi. Oyununu kendileri kuramıyordu bu çocuklar.

   Kirletmişiz Dünya’yı  “Biz büyüdük kirlendi Dünya” sözünü doğrularcasına. Daha bir kuşak devinimini geçiştirmeden Dünya da yaşam biçimleri değişmişti, Şebeke suları içilirdi, evde, okulda, sokakta ağızlar çeşmelerin kurnalarına dayatılarak, otuz kırk yıl önceleri. Yanında su taşıyana gülerlerdi herhalde. Okulda süt, yoğurt, tereyağlı ekmek verilirdi, öğlenleri mesafe ne denli uzak olursa olsun evlere yemeğe gidilirdi. Okul kooperatiflerinde simit gazozun dışında bir şey satılmazdı, kalem defterle beraber. Oyunlar ufak taşlarla , çubuklarla oynanırdı daha çok.

     Dünya kurulduğundan bu yana kaç milyarlık devir atlatmıştı da yaşanılırdı bizim çocukluğumuzda daha. Koca yaşına bakınca Dünya’nın kırk yıl içinde yaşam zorlaştı ise biz büyürken bir şeyler olmuş olmalıydı. Kırk yılda bozulmuşluk, kokuşmuşluk yaşayan dünya bir kırk yıl daha nasıl geçirir , orası meçhul?

     Çam ağaçlarının bolluğu ve gürlüğüyle anılan  uzun süredir gitmediğim köyümün  şu anki halini gösteren  resimlerine baktım da geçen gün internetten hafızamda kalan  çam ormanlarının  gürlüğünü göremedim.   

      Su kirlenmiş, yol kirlenmiş, yiyecekler kirlenmiş, insan kirlenmişti. Bir şeyler yok oluyordu dünyada, dünya eksiliyor, küçülüyordu.

     Hazır bulmuştuk dünyayı ve gelecek kuşakları düşünmeden tüketir olmuştuk. Hiç  şaşmayalım, eksildikçe, kirlendikçe Dünya  Ayçalar’ın anneleri derste verilmek üzere oksijen tüpleriyle gelirlerse  çok geçmeden…
                                                                                           15.10 2011
                                                                                         Günay UZUNER

2 yorum:

  1. dolu dolu yazınızın içinden bir cümleye takıldım kaldım hocam: "Bir şehir insan bir yüksekçe taş yapıda yığılmış, içecek suları yok."

    sadece, oksijen miktarı gün geçtikçe azalan "havayı" ciğerleimize çekip salmak -soluyacak hava kaldığı müddetçe- için varmışız gibi ; o tepeleme taşlardan farksızlaşmaya başlıyor yaşamımız, taşlaşıyor ruhumuz ve dibimize kadar nefessizleşiyoruz. içecek suyumuz yok oluyor, kayboluyoruz. ruhumuza can gerek! ve bu duruma sadece ayak uyduruyoruz, çünkü modern insan "çağa ayak uydurma yetisi"ne sahip ve buna oldukça hevesli.
    ve tüm bunlar olurken minicik detaylara ayağımız takılıyor-sanıyoruz; tökezlendiğimiz kayayı görmeden.

    kim olduğunu hatırlayamasığım bir bilim insanı, şöyle bir cümle salıkveriyor günün birinde:
    -dünya kendini yeniler. doğal düzen bozulup, dünya kirlenebilir ama yüz yıl sonra, bir yıl sonra, milyon yıl sonra da olsa dünya yine eski haline döner.



    umarım hafta sonu ayça'nın annesiyle tanışırım =)


    *sasely

    YanıtlaSil
  2. efenim, ayça'yla tanışmış olmanın verdiği tarifi imkansız mutluluk içerisinde olmaktan mutluluk duyuyor olmanın muyluluğunu yaşıyorum. =)

    YanıtlaSil