16 Ekim 2011 Pazar

UYKUDAKİ TAD


             Katır tepmedi beni hiç ama, katırdan düştüğümü söyleyebilirim. Hem  de ne düşüş. Bindiğimle oturmadan eğerine daha cumburlop düşüverdim karşı tarafa. Soğuk, beyaz fakat yumuşak bir şiltenin üzerine.


          Ocak bindokuzyüzseksen. Karne tatiline birkaç gün var. Onyedi Aralık’ta göreve başladık. Çiçeğimiz burnumuzda henüz; yirmili yaşların başındayız. Birleştirilmiş sınıfta, dört ve beşlerde okuma yazma öğrendi ilklerim bir buçuk ayda. Onbeş günlük tatil çok uzun unutmak için; unutmasınlar diye okumayı kitap almaya gittik ilçeye.  Giderken köy minibüsüyle indik, hava güzeldi, yerlerde kar olsa da. İlçeye varmadan bir daha yapılmamak üzere bozuldu minibüs.


           Kitapları aldık, her bir öğrenciye bir kitap. Takas edeceklerdi okudukça tatilde. Onlar okuduğu için sevinçli, ben okuttuğum için sevinçliydim. Hiç bir şey bu denli mutlu etmemişti beni. Dörde ve beşe gelmelerine rağmen bir kişi Samet Taştan okuyup yazabiliyordu sınıfta. O da Türkçe’yi tam bilmediği için anlamıyor yalnızca gördüğünü okuyor, söyleneni yazıyordu.

             Minibüs tamirdeydi biz de o gece ilçede kaldık. Sabah bizi, yoğun karla karşıladı. Bir gün önceki güzelliği yoktu havanın. Tamiri imkansızmış köy minibüsünün. Köye dönmemiz şart. Kar yolları kapamış. İlçeye inen köylüler köye gidemeyeceğimizi söylediler. Onlar da minibüsle gelmiştiler. Puslu havalarda yola çıkılmazmış.  ‘Bir kaç güne kadar açılırmış hava, köyden atlılar gelir biz de onlarla dönermişiz.  Zaten yarın karne günü, hazır buraya gelmişken memleketimize gideymişiz; on beş günlük tatil dönüşünde de hava düzelirmiş nasılsa. ‘ Dönmek olur mu hiç? Niye gelmiştim ben ilçeye? Hem çocuklara ne derim; söz vermedim mi onlara? Ya unuturlarsa öğrendiklerini, onca emek ne olacak? Sorular sorular sorular… Soruları sormaya ne gerek var? Yapılacak şey belli. İdealime sıkı sıkıya sarılmıştım. Kitapları çocuklara götüreceğiz, tek tek ellerimizle dağıtacağız, onlar tatilde okuyacaklar…

            Ömrü buralarda geçmiş insanlar bu havada köye gidilmezi savunuyor, iki kez gitmiş olan ben, gidiliri. İnadım galip geldi. İki yağız genç iki başımıza bir de kitaplarla dizildik yola.  Naman Gülbaran’a kadar götürdü taksiyle, o da delibaştı bizim gibi. Ne yaptıysa ilerlemedi araba. Bizim de dönmemizi istedi. Dönmek olur mu hiç? Hem ne kaldı ki şuracıkta? Dağı aştın mı Gisto. O gözü karalığına rağmen geri döndü.  

         Kitap balyaları elimizde karda bata çıka yol aldık… Kar bardan bardan yağıyor, bir yandan tipi esiyor, bir yandan üşüyoruz; fakat azmimize diyecek yok.

          Ardımızdan bir grup atlı seyirtti.” Garip bunlar, kurt kuş yer” diyerek peşimizden yoldaşlık yapmaya geldiler. Benim at diye bildiğim katırmış meğer. Bir katırı da bizim için getirmişler. Cengiz benim katıra binmem için yardımcı oldu. Eyere oturdum gibi oldu, o da yuları çekmeye koştu. Katırı çekmeye başlamasıyla ben karşı tarafa yere yuvarlandım doğal döşeğin, karların üzerine düştüm. Yumuşak karlara gömülmüştüm. Seslenemiyordum Cengiz  katırı çeke çeke hayli ilerlemiş, bir ara “Rahat mısın?” demeye dönmüş, beni katırın üzerinde göremeyince paniğe kapılmıştı, katırı bırakıp bana doğru koşmaya başladı. Haziran’ a hamileydim, düşük tehlikesi vardı. Daha yeni toparlamıştım. Ömrümde doğru düzgün kar görmemiştim. Güçsüzdüm. Tüm bunlar bir araya gelince kaygı kaçınılmazdı.

         Yuvarlandığım yerden Cengiz’in desteğiyle ayaklandım. Kah katır üzerinde kah yürüyerek epey yol aldık. Birkaç saat olmuştu yola çıkalı. Yol diyorum da ortada yol mol, iz bel yok. Köylülerin ezber imlerini takiple biz de onları yakın takipteyiz. Yakın takipteyiz çünkü tipiden göz gözü görmüyor. Hava iyice ağırlaştı, kararmaya da başladı üstelik soğuk da cabası. 

         Bize eşlik eden köylüler yakınından geçtiğimiz köyle kan davalı imiş. Bizi bir süre yalnız bıraktılar. Dolambaçlı yollardan gelip bize ulaşacaklarını söylediler. Bir katır, biz iki pardon üç başımıza bir de kitaplar bilmedik kar çölünde yalnızız. Yoruldum, çok da üşüyorum. Katırdan inip yürümek istedim. Ayaklarımda derman kalmamıştı. Bir uyku bastı bir uyku bastı ki sormayın. Köy uzaktan görünüyordu artık. Bir dağ inip bir dağ çıkacaktık; karşı dağın tepesindeydi Gisto.  Cengiz’e yalvarmaya başladım : “Sen git bir katır daha getir sen gelene kadar uyuyayım, n’olur?”  O da yorulmuştu. Ben arada katıra bindim, o hep yürüdü. Köye giderse ben uyumak için zaman kazanacaktım o da bir katır daha alacak, ikimiz birlikte köye gidecektik. Bedenim rahvan kalmış, ideallerim dolu dizgin son sürat yol alıyordu. Ben gidemesem de kitaplar köye ulaşacaktı. Öyle çok uykum vardı ki.

           Bu ne uykuydu? Ömrümde öyle tatlı uyku görmedim hiç . Artık bedenimi taşıyamaz oldum uyku ağır basıyordu. Yere yığıldım. Cengiz ; “Yürüyelim!” diyor, ben,”uyuyacağım” diyorum… Beni tokatlamaya başladı. Bu defa bir ağlama tutturuyorum;”Beni dövdün!” diye. Yola çıkıştaki inadım gibi bu inadımda da galip gelmiştim. Uyumuşum…

         Akşamın alacakaranlığı, tipi olanca hızıyla esmekte, karları savurmakta, hava eksilerde seyrediyor. Yol iz bilmeyen genç bir öğretmen, karısı donmuş yerde yatıyor… Ne yaşadı, nasıl yaşadı, neler geçti aklından? Çaresiz olduğu kesindi. Beni katıra bindirmiş yolunda ilerlerken, yol arkadaşlarımız yetişip gelmişler. Son sürat beni köyün ilk evine yetiştirmişler. Hiçbir yaşamsal bilgisi olmayan cahil kadınlar beni soyup karla ovmuşlar ovmuşlar ovmuşlar. Gecenin bir yarısı kendime gelmişim. Ben birçok kitap okumuş, bir çok bilgiyle donanmış olmama rağmen bir insanı üstelik donan bir insanı yaşama döndürecek bilgiye sahip değildim, üstelik pusuya yatmış av bekleyen pusulu havada yola çıkmayı savunacak kadar da cahil. O cahil kadınlarsa bir doktor kadar bilgili ve cesurdular bu konuda. O günden sonra ;“Hoca Hanım peşmerge. ” dedi köylüler.

         Ertesi gün karne günüydü. Dün yaşadığımız kabusumuzu çocukların ellerindeki kitaplara bakarken yüzlerinden yansıyan gülümsemeyi görünce mutlanmış, çoktan unutmuştuk bile…

        Bu gün, o günlere baktığımda soğuğu, donmamı unutup o günlerde bırakmış; bir katıra, daha binemeden bir yanından atlayıp, diğer taraftan yere yuvarlanışımı tatlı bir gülümsemeyle yadediyorum; katır tepmesinden ucuz kurtulduğumu da unutmadan(!)…



  
 5 Ekim 2011   
Günay UZUNER
          

3 yorum:

  1. kar resmini niye bu kadar eskitmeye uğraştınız hocam

    YanıtlaSil
  2. Anılar eskilerden de ondan Adnan Hocam RESİM SANATINA İLGİN NİYE?
    Günay

    YanıtlaSil
  3. Memleketimden anılar ...çok etkilendimmm
    Sidar Ordu Esen

    YanıtlaSil