6 Aralık 2011 Salı

EDİLGEN KULLARIN İKTİDARI

                                                           
      Kapılar çalındığında açılmaz oldu artık, tıpkı bir zamanlar bıkkıntıdan açılmadığı gibi. Kimseler kimseleri istemez, sevmez oldu , onun yüzünden. Kendimiz kendimizden uzaklaşıyor, kendimize yabancılaşıyoruz .Organizmamızın kendi istençlerimizin sonucunda farkında olmadan zarar görmesi üzerinde düşünmeye değer bir çelişki. içindeyiz.

          Gönüllü tutsağıyız onun.  Öylesine içine içine çekti ki insanları içinden çıkamaz olduk. Kimse halinden şikayetçi değil. Oysa  esaretten başkası değil ona olan tutkumuz. Yaşam sistemimiz tümüyle değişti. Yalnız bizim mi? Değil elbette tüm dünyanın.  Bağışıklık sistemimizi, DNA mızın dengesini bozacak kadar da derinden etkileyici.

          Onun bize sunduklarıyla çabucak kapana kapılıp aldanabiliyoruz. Tıpkı, oltanın ucundaki solucana giden balık,kapandaki peynire koşan fare, elek altındaki yeme kanatlanan kuş gibi. Onlara hile olan avlar zaruriyetten avlanmalarına neden ya ;  bizim avlanmamızdaki etkenin hiçbir nedeni yok. Üstelik zamanımızı da sınırsız çalabiliyor. Ne zaman kontrolden çıktığımızın farkında bile olamıyoruz.

           Çağın aşkı da diyebiliriz. Her şeyimiz ona endeksli;aşk biraz sevimli kaçtı vebası  demek daha doğru.Uyku saatlerimiz, kalkışımız, öğle tatillerimiz, yaşam biçimimiz onunla değişti.   Anneler eski anneler değil artık. Ocaklardan buram buram çorba kokusu tütüp dağılmıyor merdiven boşluklarına, apartman girişlerine. Komşu komşunun ne pişirdiğinin hasetinde olamıyor. “Bu gün fırsatım hiç yoktu, pizza ısmarladık.” gibisinden cümleler de evlerde olağanlaştı.

         Çoğumuzun beğenileri ortak, modadaki enleri önce kullanma yarışındayız, onun sunumuyla tanışıyoruz sürekli devinim gösteren moda illetiyle. Bazı dönemlerde tek tip dolaşıyoruz sokaklarda. Tek tip yaşıyor, tek tip düşünüyoruz. Tüm imkanları zorlayıp onun sunduklarına sahip olmaya çalışıyoruz.
        Ondan gelen direktiflerle hareket ediyor, onunla oturup onunla kalkıyoruz. Onu da yönetenlerin onun aracılığıyla verdiği ültimatomlarla birbirimizi seviyor, nefret ediyor, savaş çığırtkanlığı yapabiliyoruz. Anketler bizi  çokluğun yanına çekiyor, Beynimiz doğrulamasa da. Dahası ondan gelen her direktifi harfiyen uyguladığımızdan beynimizi zorlamaya, rahatını bozmaya, kıvrımlarını yerinden tepretmeye gerek bile duymuyoruz.

       Başka hayatların içine dalıp cipslerimizi “krik krak “ çiğnenirken, degajelerimizin kontrolsüzlüğüne aldırmayıp başkalarının mutluluğuyla mutlanıp, hüzünlerine yanıp yakılıyoruz.  Yüreklerimizi başkalarının sevisiyle kıpırdatıp, aşklarına aşık oluyoruz. Aynı dilden konuşup, aynı tavırlar sergiliyoruz. Kendi naturamızın o kadar uzağındayız ki saç tipimiz, rengimiz,lenslerimiz hep hep ‘o artist’in ki gibi oluyor. Oysa kendi mutluluğumuz, hüznümüz, sevdiklerimiz, sevenlerimiz yanı başımızda, ne gözümüze değiyor, ne gönlümüzden geçiriyoruz.

       Bir birimize çok yakınken çok uzak kalabiliyoruz. Odada bir sinek bile vızıldamaya korkar durumda. Herkes “şiiiişşştt!” modunda ‘hazır ol’ da bekliyoruz kim ağzını açarsa vay haline. Şimdilerde herkesin odasında bir tane var. Bilgisayarlarımızdan, cep telefonlarımızdan  onu izliyoruz; yolda, işte,…her yerde her yerde ondan kopamıyoruz. Bir zamanlar izlence koptuğunda sunuma konan kilim desenlerini, ibrik resimlerini ya gelir kaçırırsak düşüncesiyle gözümüzü kırpmadan baktığımız gibi. Kıyamet habercisi dedikleri tam da bu olsa gerek, kendi kıyametimizi kendimiz koparıyoruz.

       Evlerimizde önce siyah beyazları vardı, siyah beyazdan çok grinin tonlarını izlerdik, karıncalı karıncalı, adı siyah beyazdı.  Açılıştan on yirmi dakika önce ya da kapanıştan sonra emin olana kadar iyice bakar bakar dururduk. Sonra renklileri girdi sessiz sedasız. Yılbaşındaki dansözü renkli kostümüyle izlemeliydik, ya da Zeki Müren’i, ya da   sahalarda yuvarlanan topu yeşil yeşil görmeliydik. Hele uzaktan kumanda sayesinde metabolizmamız tümüyle altüst olup, obezite yolunda ilerliyor, diyet programlarını izleye izleye kanepemizde uzanıkken  çaklıstımızı kemire kemire spor yapıyoruz  Şimdi net görüntülü, üç boyutlu, hd ler,  lcd ler evimizde, saadetimiz de dört köşeli...

       Bindokuzyüzaltmışların sonuna doğru ülkemiz tanışmaya başladı onunla. Yetmişlerin ortalarında yaygınlaştı iyice, orta direklerin evinin baş tacı oldu. “Benim televizyonum iyidir” reklamlarıyla en iyisini alma yarışına girdik evlerimize. Seksenlerde sokağa çıkmak yasakken evlerimizden çıkmaz olduk, o da  evlerimizin olmazsa olmazı oldu . En yoksul hanenin tartışılmaz en birincil eşyası o şimdilerde...

      Şeytan mıdır, kötü ruhuyla bizi efsunlayan, melek  midir tüm iyilikleriyle içimizi saran hiçbir zaman bilemedik, bilmek istemedik. Seçenekler var diye avunduk çok kanallı olunca. Seçtiklerimizin standartını biz belirleyemedik. Çoluk çocuk yediden yetmişe aynı dayatmanın karşısına çakılı kaldık değer yargılarımız alt üst oldu.

     Hava durumuna şöyle bir  baksam da dışarı çıksam ya da tarlaya gitsem, ne nerede ucuzmuş gidip onu alsam;altın ,dolar, euro inip inip yüüükseliyoor "dur eldekileri bozdurayım, yook yok üzerine yenisini, dahasını katayım."  Paranın egemenliğinin üzerinde daha bir baskıyla oturmuş üzerimize de tahtını perçinlemiş haberimiz olmamış.

    Uykumuz mu kaçtı geçip karşısına uzanıveririz uykumuzu getirsin diye, uyanmamız mı gerek sesini sonuna dek açtık mı uykunun bir yerinde uyanabilmemiz an meselesi.

       Çocukları oyalama aracı da  bir yandan….Çocuk ağlıyor mu aç bir reklam, çizgi film izlesin dursun, avutmayı da, sevgiyi de ondan medet umuyoruz. Oysa onun küçük dimağları paramparça eden canlı bir bomba olduğunu görmezden geliyoruz.   Çocuk büyüdü mü  ders yapması  için onun önünden alamıyoruz. “Kime çektiyse bu?”şikayetleriyle birbirimizi suçluyoruz.  Gece gündüz yakın takipte olduğumuzdan gözlerimizi ondan  ayırmayı bırak bir an olsun kırpmaktan kaçınıyoruz. Göz doktorları optikçilerle  uzlaşıda  çalışıyor.

         Yaşlıların dırdırı onun sayesinde kesiliyor, gençler olmayacak izinlerini filmlerin en hararetli yerinde koparabiliyorlar, evden kaçacaksalar savuşmak için fırsatlar kapı ağzında. Sevmediğimiz arkadaş , akraba sohbetlerini kumandaya uzanarak kesiyoruz.

    Durduğu yerde çok masum gözüktüğünü, bizi eğlendirdiğini sansak da, bizi bilgi deryalarında yüzdürdüğünü sansak da, dünyanın dört bir yanını ayağımıza getirerek bize dünyaları sunduğunu sansak da o beyaz camlı soğuk şey, aslında canımızı yakıyor da haberimiz yok.

          Çok şey öğrendik ondan çok. Çok yerleri, çok kişileri tanıdık bildik. Ufkumuz genişledi derken giderek daralan mekanımızda ufaldık ufaldık. Ufala ufala bir kendimizi unuttuk, bir bildiklerimizi unuttuk, bir sevgiyi unuttuk, bir paylaşmayı unuttuk; elimizde kumanda onu yönettiğimiz  zannıyla  kanal kanal dolaşırken kendimizi özgür sanıp, onun  bizi sarmalayan çemberinde tek göz odamızda yapayalnız, her şeye muhalefet, herkese düşman , tutsak bireyler olduk.O egemenliğini kitleler arasında yaygınlaştırdıkça  onun iktidarında  edilgen kullar olduk.
                   
05.12.2011   
Günay UZUNER

Birincilik "iktidar" ını ele geçirmek için FBM blogerlerine karşı yazdım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder