Tomas Hobbs’a göre “İnsan bencil bir yaratıktır.” Varlığını sürdürme ve geliştirme isteği onun temel güdüsüdür. Bu yüzden de insan, dünya nimetleri hep kendinin olsun ister. Ama bunu herkes istediği için, herkesin herkesle savaşı durumu meydana gelir.
İnsanlar var olmayı ve gelişmeyi isteyen temel güdüsüne aykırı olan bu durumu engellemek, genel güvenliği ve dengeyi sağlamak için, kendi başına güç kullanma hakkını yok etmek için denge düzenleyici otoriteler kurmuşlardır.
Çeşitli yasalarla insan ve doğa korunmaya alınmış, çeşitli kuruluşlar bu görevi üstlenmişler, vakıflar, partiler kurmuşlardır.
“ Benim olsun, ben güçlüyüm, daha çok olsun!” mantığı insanları kendiyle, kendi türüyle ve doğayla savaşa itmiştir. Birey kendi çıkarlarını düşünürken, kendini, kendi türlerini ve doğayı yakmış, yıkmış, yok etmiştir.
Parçalanamaz denen atomu parçalayıp, enerji üretip, nükleer enerjiyi, nano teknolojileri de geliştirerek insanlığın yararına kullanırken, aynı atomu parçalayıp bomba oluşturarak insanları hatta tüm canlıları yok etmeye çalışan, doğayı tahrip eden biz olmuşuz.
Gelecekte kullanabileceği başka mekanlar olsun diye uzayda, diğer gezegenlerde, yaşam koşulları aramaya başlamıştır.Tıpkı Orta Asya’da kıtlık boy gösterdiğinde Türk boylarının yeni, güzel ve yaşanabilir bir yurt arama düşüncesiyle Anadolu’ya göç etmeleri gibi…
Nükleer savaşlardan korunmak için yeraltında sığınaklar yapılmış, yaşamlarını sürdürecekleri gereksinimi depolamışlardır. Uzayda yer aramalarının temel nedeni de budur. Dünyada yaşam koşulları sona erecek, yeni dünyasında hükümranlığını sürdürecek insanoğlu. Aya , uzaya yolculuk yapıp, gelecek dünyaları kurmaya çalışırken, bir yandan da zaman tünelinde yolculuğun geçmişe ve geleceğe yolculuğa dönüştürülmesi çalışmalarını da yapmaktayız. Bunun peşi sıra reenkarnasyonu yaratmaya başlayıp; insan ruhunun ve bedeninin geçmişteki yaşamlarına yolculuk yaparak, geleceğine ışık tutmaya çalışmaktayız.
Hava kirliliklerinin de baş nedeni insandır. Petrolü yer altından çıkarıp yararlanma yoluna giderken, bu ürünlerin çeşitli yollarla çevreyi ve havayı kirletmesini de becerdik.

Kitaplar daha yüzyıl öncesi İstanbul’unu anlatırken boğazın incisi, doğanın süsü olarak betimliyorlar. Günümüzdeyse çarpık kentleşme sonucu incilerden, süslerden eser kalmadığını görmekteyiz. Şehir kuralım derken kendi elimizle yok ediyoruz doğayı. Yaşam alanlarını genişletiyoruz derken yaşam koşullarını sınırlandırıyoruz bile bile. Tahrip edip yok ettiklerimizi de resimlerde, filmlerde, fotoğraflarda yaşatmayı anı deyip marifet sayıyoruz.
Yer, yurt,işyeri açmak için, ormanları yakıp yok eden yine insandır. Binlerce hektar ormanlık alanlar bir kibrit çöpü ile insan eliyle yok edilmekte. Bu ormanlarda binlerce bitki ve hayvan türünün yaşadığını bilmekteyiz. Ormanlarla birlikte bitki türleri, hayvan türleri azalmakta ve yok olmaktadır.

Kuraklığın nedeni ağaçları keserek biz olduğumuz gibi, ağaç dikerek yağmuru çeken de biz olduk. Suni yağmurlar bile yağdırdık..
Sellerin erozyonun nedeni de biziz. Zararlarından korunmayı ve önlemini de almayı biliyoruz.
Fabrika atıkları nükleer atıklar sonucu topraklar, akarsular, göller, denizler kirlenmekte, bitki, hayvan ve insanlar zarar görmektedir. Bu nedenle çeşitli hastalıklar, sakatlıklar yaşanmakta; bu hastalık ve sakatlıkların nesiller boyunca sürdüğü de bilinmektedir.
Daha bol ürün almak adına bitki ve hayvanlara verilen ilaçlar, hormonlar canlıları olumsuz etkilemektedir.
Güneşin olmazsa olmaz olduğunu biliyoruz.Yararlarını da, zararlarını da saymakla bitiremeyiz. Güneş yanıklarının önlemini ve çaresini bulan insan, zararlı güneş ışınlarından yararlanmayı da bilmiştir.

Doğaya karşın doğadaki devranımızın kanıtını ünlü filozof Deskartes’in “Düşünüyorum o halde varım!” sözüyle pekiştirmek daha uygun olacaktır.
Günay UZUNER
05.05. 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder